Dr. Şükrü ASLAN
Sosyolog, MSGSÜ
Devlet Konservatuvarı Öğretim Görevlisi
Eylül 2007
Özet
Türkiye’de kentsel
sorunlardan söz edildiğinde akla gelen örneklerden biri gecekondudur.
Gerek bir toplumsal olgu ve gerekse konut türü olarak gecekondu üzerine yapılan
tartışmaların giderek bu tür mekanlarda yaşayan toplumsal kesimleri de
kapsadığı ve konuyla ilgili politik yaklaşımların dönemsel olarak değişime
uğradığı gözlenmektedir.
Konuya, merkezden
bakışın örneği olarak resmi söylemdeki değişim üç ana dönem üzerinden
incelenebilir. İlki gecekondunun fiziksel olarak kent mekanında yer almaya
başladığı 1930’lu yıllardan 1980’li yıllara kadar devam eden dönemdir.
Gecekondu sorununun, kentsel sistemin dinamikleri içinde çözümlenebileceği
öngörülen bu süreçte sistematik nitelikteki en önemli yasa 775 sayılı
Gecekondu Kanunu’dur. (1966) Bu süreçte resmi söyleme yansıyan dil, dışlayıcı
olmaktan çok çözüm arayıcı nitelikler göstermektedir.
1980’lerde
ekonomik politika tercihlerinde meydana gelen değişiklikler, sorunun yeniden
ele alınmasını gerektirmiş; bu bağlamda kentsel rantın yeniden paylaşılmasını
mümkün kılan bir araç olarak gecekonduların yasallaştırılması yoluna
gidilmiştir. 1980’li yılların İmar Afları ve özellikle 2981 sayılı yasa bu
sürecin merkezi yasasıdır.
Küresel
sermayenin kentleri yeniden biçimlendirmeye çalıştığı bugünkü resmi söylemde
ise artık gecekonduyu kent için bir “ur” ve gecekonduluyu da toplumsal bir
tehdit olarak gören bütünüyle dışlayıcı bir dil hakim hale gelmiştir. Dışlayıcı
imgelerle yeniden inşa edilen bu söylem aynı zamanda gecekonduya ya yönelik
“cerrahi müdahaleyi” öngörmektedir. Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı da bu
dönemin merkezi yasası olmaya adaydır.
Bugün resmi
söylemdeki dışlayıcı dilin toplumsal bağlamı; mekansal, sınıfsal ve/veya
kültürel ayrışma olarak yansımakta ve bu yönüyle önemli bir kentsel soruna
işaret etmektedir.
Giriş:
Gecekondu,
Türkiye’de kent yazınında genelde bir “kentsel sorun” olarak tanımlanmış ve bir
bağımsız değişken olarak yol açtığı diğer sorunlarla ilişkisi bağlamında ele
alınmıştır. Bu durum, gecekondunun aslında daha temelli kentsel toplumsal
sorunların bir sonucu olduğu gerçeğinin bir ölçüde ihmal edilmesine neden
olmuştur. Bu anlamda gecekondu sorunu bağlamında neden/sonuç ilişkilerinin tam
ve doğru kurulduğunu söylemek güçtür.
Oysa gecekondu
sorunu; ekonomik, politik ve toplumsal bağlamı içinde değerlendirildiğinde yol
açtığı sorunlar kadar onu ortaya çıkaran ekonomik, toplumsal ve sınıfsal
dinamiklerin ve hakim politik tercihlerin de ciddi önem taşıdıkları
görülecektir. Bu anlamda gecekondu sorununu, kentsel mekanda onu hazırlayan
sürecin ve dolayısıyla yerel/merkezi sistemin mantığı içerisinde tartışmak
gerekir. Boratav’ın da vurguladığı gibi kent, toplumdaki iktisadi etkinliklerin
en önemli alanı olduğuna göre, iktisadi dönüşümleri, iktisat politikalarını, bu
politikaların sonuçlarını ve devlet aygıtının bu bağlamda işlemesine yön veren
etkenleri, bölüşüm ve büyüme dinamiklerini toplumsal sınıflarla ilgili bir
kavramsal çerçeve kullanmadan çözümlememiz olanaksızdır.[1]
Bu yaklaşım doğal
olarak bizi daha geniş bir araştırma alanı olarak kent ve kapitalizm ilişkisine
ya da bunun daha spesifik bir alanı olarak kent mekanı ve sermaye ilişkisine
götürür. Bu bağlamda Lefebvre’nin metaların mekanda üretiminden
mekanın meta olarak yeniden üretimi hakkındaki görüşleri[2]
Türkiye’de gecekondu sorununa dair hakim siyasette meydana gelen radikal
değişimleri anlayabilmek için kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. Mekanın
formel ya da enformel şekilde üretilme ve tüketilme biçimleri, aynı zamanda
sistemin kendini yeniden üretme süreçleri ve sermayenin yayılma mantığı
içerisinde anlam kazanmaktadır.
Bu yazıda sözkonusu
mantığı anlayabilmek için, hakim siyasetin ya da resmi söylemin sürekliliği ve
dili bir sorunsal olarak ele alınmaktadır. Elbette gecekondu üzerine
oluşturulan resmi söylem, doğası gereği meşruiyet sağlama ya da bundan yoksun
bırakma gibi bir işlev görür. Ancak söylemin arkaplanında iktidar ilişkilerini
ve sistemin mantığını okumak mümkündür. Bu anlamda Türkiye’de gecekonduya
yaklaşımda kapsayıcılıktan dışlayıcılığa doğru evrilen resmi görüşün aslında
kapitalist sistemin ihtiyaç ve beklentileriyle ilişkili olduğu söylenebilir.
1. Dönem 1940’lı
Yıllardan 1980’lere Resmi Metinlerde Gecekondu
Gecekonduya
ilişkin resmi söylemin inşasında ilk ilgi alanının aynı zamanda gecekondunun
ilk mekanı olan Ankara olduğu görülecektir. Bunun en önemli nedeni Ankara’nın
başkent olması ve konut sorunuyla tanışması ve daha 1930’lu yıllarda hızlı bir
kentleşme süreci yaşamasıdır.[3]
Yerel düzeydeki konut sorununu konu edinen 5218 sayılı Ankara Belediyesine
Arsa ve Arazisinden Bir Kısmını Mesken Yapacaklara 2490 Sayılı Kanun
Hükümlerine Bağlı olmaksızın ve Muayyen Şartlarla Tahsis ve Temlik Yetkisi
Verilmesi hakkında Kanun[4]
bunun ilk örneğidir. Hemen sonrasında çıkarılan 5228 sayılı Bina Yapımını
Teşvik Kanunu[5]
birçok benzer özelliklerine karşın yerel olmaması, ülke düzeyinde geçerli
olması ve imar planı sınırları içinde arsa üretimi yapılabileceğini hükme
bağlaması açısından özgündür. 1940’lı yıllardaki yasalara yansıyan resmi
söyleme bakıldığında, sistemin gecekonduyla tanışma ya da yüzleşme yılları
diyebiliriz. Bu dönemde arsa ve konut üretimi yoluyla gecekondulaşmanın
önlenebileceğine dair iyimser bir bakış söz konusudur.
Aynı yaklaşımla
24 Temmuz 1953’de çıkarılan 6188 Sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz
Yapılar Hakkında Kanunla[6]
giderek artan gecekondulaşma karşısında o döneme dek yapılan gecekonduların
yasallaştırılması ve konut yapacaklara arsa sağlanması amaçlanmıştır. 9 Temmuz
1956 yılında çıkarılan 6785 Sayılı “İmar Kanunu”[7]nu
izleyen dönemin en önemli gelişmelerinden birisi de kentlerin ve köylerin
imarının giderek bir zorunluluk haline gelmesi ve bunun bir düzene
kavuşturulması amacıyla İmar İskan Bakanlığının kurulmuş olmasıdır. (1958)
Konut sorununun merkezi düzeyde ele alınacağını somut olarak gösteren bir
yasadır bu.
Bir bütün olarak bakıldığında 1950’li yıllar 1940’lı yılların sonunda başlayan ve belediyelerin konut üretim sürecini örgütlemeyi öngören politikalarının devam ettiğini; bununla birlikte yasal öngörülerin çoğunlukla gerçek kentleşme sürecinin çok gerisinde kaldığını göstermektedir. Nitekim, İmar İskan Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 1955 yılında 50.000 gecekondu vardı. Burada toplam 250.000 nüfus yaşıyordu. Bunun kentsel nüfus içindeki yeri % 14.7 kadardı.[8] İstanbul’da ise 1950’li yılların başında (1951) 8500 gecekondu bulunmaktaydı.[9]
1960’lı yıllara
bakıldığında hakim siyasette genelde planlı ve dengeli kentleşme eğilimini
gözlemlemek mümkündür. Bu eğilim mevcut gecekonduların iyileştirilmesi için
gecekondu çevrelerine dair haritaların çıkarılması, arsaların mülkiyet durumu,
belediyelerin gecekondu bölgelerine kamu hizmeti götürmeleri, gecekondu
sahiplerinin giderlere katılımı sağlanarak, hiç oturulmayacak olan
gecekondularda barınanlara yeni konutlar yapılması, iyileştirilecek durumda
olanlara kredi ve ayni yardım yapılması gibi bir dizi olumlu adım
öngörülmüştür. Gecekondu yapımının önlemesi amacıyla göç ve kentlerde
yaratılacak iş olanakları arasında bir denge sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine
kentlerde ucuz arsa sağlanması, ucuz kiralık veya sahibinin oturacağı halk
konut yapımı gibi başka çözüm araç ya da olanaklarının araştırılması ve
uygulanması da bu eğilim içerisinde dikkat çekmektedir.[10]
Kuşkusuz bu
dönemde resmi söylemin gecekonduya ilişkin en önemli belgelerinden birisi,
toplam 44 maddeden oluşan ve gecekonduların varlığının devlet tarafından kabul
edildiği ve tanımlandığı ilk yasa olarak 1966’da çıkarılan 775 sayılı Gecekondu
Kanunudur.[11]
Yasa, ilgili
belediyelere, yasayı izleyen altı ay içinde kendi sınırlarındaki gecekondu
sayısını her türlü imkan ve aracı kullanarak tespit etme (Madde: 16) mevcut
gecekonduların ıslahı, tasfiyesi ve yeniden gecekondu yapımının önlenmesi ve bu
amaçla alınması gereken tedbirler hakkındaki ayrıntıları içermektedir. Yasanın
11. maddesi açıkça belediyelerin bu kanunda yazılı amaçlara tahsis edilmek
üzere devraldıkları arazi ve arsaları bu amaç dışında tasarruf edemeyeceklerini
hükme bağlamıştır.
Yasa, gecekondu
yapımını önleme ve ihtiyaç sahiplerine yönelik olarak konut üretme amacını
gerçekleştirmek amacıyla arsa üretimi sorunundan başka maliyet sorununu da
ayrıntılı olarak kurallara bağlamıştır. Buna göre uygulama için fon kurulması
öngörülmüştür. (Madde: 12) bu fonlarda biriken gelirlerin, gecekondu ıslah ve
önleme bölgelerinde halk konutu veya nüve konut yapacaklara, mevcut
gecekondusunu düzeltecek ve onaracak olanlara kredi verilmesinde kullanılması
öngörülmüştür. (Madde: 15)
Islaha muhtaç
veya tasfiyesi gereken gecekondu bölgeleri ile yeniden halk konutu veya nüve
konut yapımına tahsis edilecek sahaların seçimi, haritalarının hazırlanması,
İmar ve ıslah planlarının düzenlenmesi, İmar ve İskan Bakanlığının denetimi
altında, ilgili belediyelerce yapılması (Madde: 19) hükmü, belediyelerin bu
konudaki uygulamalarında merkezi hükümete bağlı olduğunu göstermektedir.
“Belediyeler bu program ve öncelik sırasına ve İmar ve İskan Bakanlığınca
tespit edilecek diğer esaslara göre kendi çalışma programlarını yapmaya ve
onanmak üzere adı geçen Bakanlığa göndermeye mecburdurlar. Bakanlık bu çalışma
programlarını değiştirmeye yetkilidir.” (Madde: 20)
Yasanın sosyal
adalet açısından en önemli özelliklerinden birisi, gecekondu sahipleri ya da
kiracı olanların mağdur edilmemesi için gerekli önlemleri de getirmiş
olmasıdır. (Madde: 21) Ayrıca yasa tüm gecekonduların yıkılmasını da
öngörmemektedir. (Madde: 22) Benzer şekilde, “Gecekondu ıslah bölgelerinde kamu
tüzel kişilerine ait arazi ve arsalar üzerinde bulunan, plan ve mevzuat
icaplarına göre yıkılmayıp, olduğu gibi veya değiştirilerek korunması mümkün
olan gecekondular” ifadesi yasanın 30. maddesinde de yer almaktadır.
“Her ne sebeple
olursa olsun, bu kanun hükümlerince arsa tahsis edilecek kimselerin, yoksul
veya dar gelirli olması, kendisinin veya eşinin veya ergin olmayan çocuğunun
herhangi bir belediye sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya her hangi bir
yerde bir ev veya apartmanın ayrı bir dairesine karşılık olan payına sahip bulunmaması
şarttır. Kimlerin yoksul ve dar gelirli sayılacağı, kendisine arsa tahsis
edileceklerin öncelik sırası ve yukarda sözü geçen diğer hususların esasları
yönetmelikte belirtilir. ( Madde: 25)
Özetle 775 Sayılı
Gecekondu Yasası, 1940’lı yıllardan beri süregelen konut sorununa çözüm
arayışının en geniş ve somut halini sunmaktadır. Yasa, iyileştirme, ortadan
kaldırma ve önleme gibi üç temel ilkeyi barındırır. Bununla birlikte
belediyeler arsa sağlama konusunda başarısız olmuş ve bu dönemde yasaya dayanılarak
60.000 kişi arsa talebinde bulunmasına karşın ancak 6.000 kişiye arsa
sağlanabilmiştir.[12]
Dolayısıyla gecekondulaşma yaygınlaşmaya devam etmiş ve büyük ölçüde sermayenin
mantığı ve çıkarları gecekondu sürecini belirlemiştir.
Toparlarsak
1940’lı yıllardan 1980’lere kadar gelen süreçte konut ve yerleşme deneyimleri
bakımından Türkiye’ye ve en önemli örnek olarak İstanbul’a baktığımızda, resmi
söylemin gecekondu ve gecekonduluya yönelik politikası, pratikte izleyicilik
olarak yansımıştır. Buna aslında sermayenin çıkarlarına uygun bir tutum olan
göz yumma politikası demek de mümkündür. 1980’li yılların sonuna kadar sanayi
alanlarının temel belirleyici işlev olduğunu; konut alanlarının, sanayi
alanlarının yer seçim kararlarına bağlı olarak geliştiğini[13]
göz önüne aldığımızda sanayileşmenin, aslında tipik biçimi gecekondu olan kendi
kentini doğurduğunu söyleyebiliriz.
Bu nedenle
1970’li yılların ortalarına kadar, gecekondulaşma, sistemin küçük çaplı
engelleyici girişimlerine karşın genelde ciddi müdahaleyle karşılaşmamıştır.[14]
Bu bağlamda İstanbul’da Kazlıçeşme[15]
Gaziosmanpaşa,[16]
Eyüp çevresi[17]
ve Okmeydanı[18]
gibi yerleşmelerin paralellik gösteren kuruluş biçimleri ve yasallaşma
süreçleri önemli deneyimler sağlamaktadır. Hatta döneme ilişkin olarak kamu
yöneticilerinin, himayeci tutumları nedeniyle açıkça eleştirildikleri
görülmektedir.[19]
Resmi söylemde, gecekonduya yönelik bu tutum, politik nitelikli kentsel
hareketlerin sonucu olarak kurulan gecekondu mahallelerine yönelik yıkıcı
girişimler[20]
dışta bırakılırsa pratikte sert ayrışma ve çatışmaların yaşanmamış olmasını
anlaşılır kılmaktadır.
II. Dönem:
1980’li Yıllar: Resmi söylemde “Affedici” Dil ve 2981 Sayılı Yasa!
1980’li yılların
resmi söylemini okuyabileceğimiz en önemli metnin 24 Şubat 1984 tarihinde
çıkarılan 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun[21]
olduğunu söyleyebiliriz. Yasanın en önemli özelliği imar ve gecekondu
mevzuatına aykırı hemen tüm yapıları kapsaması ve içeriğinden de anlaşılacağı
gibi “af” getirmesidir. (Madde: 2) Yasaya göre; hazine, belediye ve il özel
idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler
üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12. madde hükümlerine göre
tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine
tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde
gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir. Tapu Tahsis
Belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak
sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. (Madde: 10)
Bu dönemin
konuyla ilgili belli başlı yasalarına bakıldığında, (3.5.1985 tarihinde
çıkarılan 3194 sayılı İmar Kanunu[22]
ve 3366 sayılı 22.05.1986 tarih ve 3290 Sayılı Kanun İle Değişik 24.2.1984
tarih ve 2981 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”[23])
sistem tarafından kentsel rantın yeniden paylaşıldığı; gecekondulara yönelik
affedici politikaların benimsendiği gözlenmektedir. Sistem, kent mekanını
tüketilebilir bir meta olarak yeniden üreterek hem krizini çözmeyi denemiş hem
de sınıfsal gerilimleri hafifletmiştir.
Bu dönemde kent
nüfusunun alt gelir gruplarına kent toprağının küçük parçalarını edinme hakkı
tanımak, onları mülkiyetin kutsallığına inandırmıştır. Bu pratiğin sonucudur ki
toprağa ya da arsaya sahip olmanın getirdiği güven duygusuyla, sözkonusu
toplumsal kesimler kentsel sisteme ve ilişkiler düzenine eklemlenebilmişlerdir.
Tekeli’ye göre 1980 sonrası İmar afları katılım mekanizmasını ikame eden bir
işlev görmüştür.[24]
Ancak bu durum
ilerleyen yıllarda yeni katmanlaşma ve ayrışmaların yolunu açmıştır. 1980 sonrasında
özellikle kent çeperlerine yönelik büyük talep alt orta ve üst gelir
gruplarının farklı yöntemlerle hak paylaşımı mücadelesini doğurmuştur. Üst
gelir grupları zengin gettoları, orta gelir grupları kooperatifler ve alt gelir
grupları da mafya türü kaba güçle bu alanların kentsel rantına el koymayı
denemişlerdir.[25]
III. Dönem:
Gecekonduya Karşı Siyasal Radikalizm!
1990’lı ve
özellikle 2000’li yıllara geldiğimizde, sistemin gecekondu ve gecekondululara
yönelik yeni politikalar üretme sürecine girdiği görülmektedir. TBMM gündeminde
halen bekletilmekte olan Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı, resmi söylemin
gecekondu sorununda değişen dilinin niteliğini göstermesi açısından önemlidir.
Askeri bölgeler dışında tüm kamu arazileri ve eski kent merkezlerin de büyük
çağlı dönüşüm projeleri üretmeyi öngören yasa tasarısında eski/yeni gecekondu
mahallelerinin de özel bir yer oluşturduğu gözlenmektedir.
Konuyla ilgisi
yönünden yasa tasarısı gözden geçirildiğinde, gecekonduları yasallaştıran 1984
tarihli af yasasının yürürlükten kaldırılmasının öngörüldüğü, tamamıyla
idarelerin hata veya ihmalleri sonucunda halen bu yasa ile kendilerine verilmiş
hakları kullanamamış bulunan gecekondu halkının haklarının gasp edildiği
görülmektedir. Tasarı yasalaştığı ve uygulandığı taktirde eski kent merkezleri
ve gecekondu mahalleleri geleneksel sahiplerinden temizlenecek; burada yaşayan
insanlar bir tür sürgün edilebilecek, mülkleri üzerindeki tasarruf hakları
ellerinden alınabilecektir. Kısaca bu tasarı ile anayasanın 35.
maddesindeki “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir, bu haklar ancak
kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir ilkesi ihlal edilmektedir.
Tasarıda
12.10.2004’den önce yapıldığını belgeleyen gecekondu sahiplerine, ruhsatsız
yapı sahiplerine ve ikamet edenlere, bedelini yirmi yılı aşmamak üzere
borçlandırılmak kaydıyla yapılacak sosyal konutlardan veya yapılardan, bağımsız
bölüm verilebileceği öngörülmektedir.
Resmi söylemin
merkezine oturan ve Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısında ifadesini bulan bu yeni
politik yaklaşım, kentlerin gecekondulardan temizlenmesini, bedeli ne olursa
olsun stratejik bir plan olarak önüne koymuştur. Dolayısıyla artık 1980’li
yıllara kadar devam eden çözüm arayıcı tutum ya da 1980’lerden sonraki
“affedici” politik tercih, yerini net bir şekilde yıkma ve yok etme tutumuna
bırakmıştır. Siyasal söylemde açık bir şekilde, gecekondu bölgeleri, “kentlerin
çevresini kuşatan bir ur”[26]
olarak tarif edilmektedir.
Bu dönemde resmi
söylemin yanısıra “Gecekondu tarih oluyor, şehirler gecekondulardan
temizlenecek, gecekondu devri bitiyor gibi vurguların yoğun şekilde
işlenmesi konuyla ilgili tasarının meşruiyetini sağlamaya da katkıda
bulunmaktadır. Öyle ki bugün gecekondu mahallelerinin; “ilkel”, “gelişmemiş”,
“cahil”, “şiddet yanlısı”, “kaba”, “yıkıcı” vb. kavramlarla anılması neredeyse
olağan bir hal almış durumdadır.
Sonuç:
Gecekonduya dair
birinci ve ikinci dönem politikaları arasında bir süreklilik olduğunu söylemek
mümkündür. Ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki gecekondu politikalarında,
öncesinden bir kopuş ve bir kırılma olduğu da açıktır. Bugün artık
gecekondunun sermaye açısından eski işlevinin bir anlamda işlevsizleştiği bir
durum söz konusudur. Neo liberal politikaların etkilediği yeni kentsel
politikalar gereği, sanayii kentin dışına kaymakta ve eski işgücü işlevsiz kalmaktadır.
Yerleşim mekanları açısından da artık eski biçim ve işlevler sözkonusu
değildir. Öte yandan 1980 öncesi meşru görülen gecekondu yoksulluğu artık
geçerli değil gibi gözüküyor.[27]
1980 öncesi tampon mekanizmaları yıkılmakta; konut kullanıcısı ve yapıcısı
ayrışmakta ve çeşitlilik yaşanmaktadır.[28]
Tüm bunlar kentlerdeki eski/yeni gecekondu mahalleleri üzerine yeni politik
stratejilerin geliştirilmesi sürecini tetiklemektedir.
Bu döneme
damgasını vuran dışlayıcı söylemin bir başka nedeni de gecekondu alanlarının
sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmış olmalarıdır. Bu dönemde
devlet, merkezi ve yerel yönetim düzeyinde kamusal hizmet alanından adım adım
çekilirken sermaye merkezli politikalara yönelmektedir. Sermaye birikim
süreçleri açısından, bir kısmı kentin “önemli” yerlerinde kalan eski gecekondu
mahallelerinin değişim değeri ön plana çıkmaya başlamıştır. Bir konut türü
olarak işlevini dolduran ve artık sanayi için işgücü ihtiyacıyla ilgisi
kalmayan gecekondular gözden çıkarılırken, gecekondu mahalleleri, küresel
sermayenin çekim alanları olarak yeniden örgütlenmek istenmektedir. Bu durumda
gecekondulu kitlelerin “taşınması” kentin yeni bir “görünüme” kavuşturulması
söylemi daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır.
Bütün bu dışlama
söyleminin, gecekondu mahallelerinin artık birer varoş oldukları ve şiddet
hareketlerinin kaynağını oluşturdukları, ıslah edilemeyecekleri yönündeki
yargılara paralel bir gelişme seyri izlemesi de ilginçtir. Varoş teriminin
1990’larda kullanılmaya başlanması[29]
bu açıdan anlamlıdır ve artık kentlileşemeyen bir topluluğa gönderme
yapmaktadır. Gerçekte “gecekondu” ve “varoş” sözcüklerinin kent yazınında yer
alma biçimi, konuyla ilgili söylemde meydana gelen bir kırılmaya da işaret
etmektedir. Zira “gecekondu tanımı ne kadar kente göçenlerin önüne, merkezdeki
kimliğe dönüşmek üzere kapıyı açıyorduysa, varoş terimi de o kadar dışlayıcı ve
kapatıcı[30]”
nitelikleriyle öne çıkıyor.
Böylece resmi
söylemden yola çıkarak gecekondu mahallelerinin geleceği açısından yeni bir
dönemde olduğumuz görülmektedir. Kuban’ın ifadesiyle sermayenin sermayesi olan
kentler”de[31]
para eden yeni alanlar keşfedilmektedir. Gecekondu mahallelerinin durumunu, bu
yeni söylemde anlatabilecek en uygun kavram “kurbanlık mekanlar”[32]dır.
[1] Korkut
Boratav;(1995) İstanbul’dan ve Anadolu’dan Sınıf Profilleri, Tarih Vakfı Yay.
İstanbul, s. 111
[2] Henri
Lefebvre’den aktaran Tarık Şengül; “Sınıf Mücadelesi ve Kent Mekanı”, Praksis
Sayı: 2, s. 14-17
[3] Tansı Şenyapılı;
(2004) Barakadan Gecekonduya Ankara’da Kentsel Mekanın dönüşümü, İletişim
Yayınları, s. 76
[4] TBMM Kanunlar
Dergisi Cilt: 30, Ankara TBMM Basımevi, 1948 s. 624-625
[5] TBMM Kanunlar
Dergisi Cilt: 30, Ankara TBMM Basımevi, 1948 s. 638-641
[6] TC. SİCİLLİ
KAVANİNİ Cilt: 34, Cihan Kitaphanesi, İst. s. 607-61
[7] TC SİCİLLİ
KAVANİNİ Cilt: 37, Cihan Kitaphanesi, s. 584-600
[8] Erbatur
Çavuşoğlu, (2004) Hegomonik Bir Süreç Olarak Türkiye Kentleşmesi, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, MSGSÜ, s. 211
[9] M. Aykaç
Erginöz: “Cumhuriyet Dönemi İstanbul Yerleşmeleri” İSTONBUL Sayı: 6 Ocak-Mart
2002, s. 35
[10] Başbakanlık DPT,
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) Başbakanlık Devlet Matbaası, 1963
s. 429-438
[11] Resmi Gazete
Sayı: 12362, 30.07.1966
[12] Şengül Öymen
Gür, (2000) Doğu Karadeniz Örneğinde Konut Kültürü, Yapı Endüstri Merkezi
Yay. s. 118
[13] Zekiye Yenen,
Oya Akın, Hülya Yakar; (2000) EYÜP; Dönüşüm Sürecinde Sosyal Ekonomik ve
Mekansal Yapı, Eyüp Belediyesi Yayını, s. 88/89)
[14] Gülçin Pulat
Gökmen; (1998) “Geçmişten Günümüze Dar Gelirli Kentlilerin Konut Sorununa
İlişkin Politikaların ve Sonuçlarının İrdelenmesi” Göç, Kent Gecekondu, Birsen
Yayınevi, s. 96
[15] Faik Akçay;
(1974) Zeytinburnu; Gerçek Yönleriyle Bir Gecekondu Kenti, Çelikcilt Matbaası,
İstanbul s. 15/16
[16] Mustafa Sönmez;
(1996) İstanbul’un İki Yüzü, Arkadaş Yayınları, İstanbul, s. 86-92
[17] Zekiye Yenen,
Oya Akın, Hülya Yakar; (2000) EYÜP; Dönüşüm Sürecinde Sosyal Ekonomik ve
Mekansal Yapı, Eyüp Belediyesi Yayını, s. 88/89 -124
[18] Ali İhsan Saner;
(2000) Devletin Rantı Deniz, İletişim Yayınları, İstanbul
[19] Ayda Eraydın;
(2006) Değişen Mekan, Mekansal Süreçlere İlişkin Tartışma ve Araştırmalara
Toplu Bir Bakış: Dost Kitapevi, s. 86/87
[20] Türkiye’de
sistemin, gecekondulara yönelik sert ve yıkıcı politikalarının ilk örneği
1970’li yılların ikinci yarısında görülen politik kimlikli mahallelere yönelik
yıkım uygulamalarıdır. Burada hedef seçilen öğe, aslında gecekondu değil, gecekondu
mahallesinin, kendisini sistem karşıtı olarak niteleyen politik
kimliğidir. (Bu konuda bkz. Şükrü Aslan, 1 Mayıs Mahallesi 1980’lerden Önce
Toplumsal Mücadeleler ve Kent, İletişim Yayınları, 2004
[21] Resmi Gazete
Sayı: 18335, 08.03.1984
[22] DÜSTUR 5. Tertip
Cilt: 24 s. 378
[23] DÜSTUR 5. Tertip
Cilt 26, s. 139-141
[24] İlhan Tekeli,
(1991) Kent Planlaması Konuşmaları, TMMOB Yayınları, s. 67
[25]Erbatur
Çavuşoğlu; (2004) Hegomonik Bir Süreç Olarak Türkiye Kentleşmesi, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, MSGSÜ, s. 203
[26] R.Tayyip
Erdoğan’ın TOKİ 1. Konut Kurultayında yaptığı konuşmadan, Hürriyet, 9 Nisan
2006
[27] Oğuz Işık- Melih
Pınarcıoğlu; (2002) Nöbetleşe yoksulluk, İletişim Yayınları, s. 48
[28] Oğuz Işık- Melih
Pınarcıoğlu; (2002) Nöbetleşe yoksulluk, İletişim Yayınları, s. 128
[29] Serpil Bozkulak
(2005) “Gecekondudan Varoşa Gülsuyu Mahallesi” İstanbul’da Kentsel Ayrışma,
Bağlam Yay.
[30] Asu Aksoy:
(2001) “Gecekondudan Varoşa Dönüşüm: 1990’larda Biz ve Öteki Kurgusu” DIŞARIDA
KALANLAR BIRAKILANLAR, Yayına Hazırlayanlar: Nabi Avcı, Deniz Derman, Süheyla
Kurca, Arus Yumul, Bağlam Yayınları
[31] Doğan Kuban,
“Yeni Küreselleşmenin Kıskacında Kent ve Planlama” Mimarist, Mimarlık ve Kültür
Der. s. 70
[32] Rasim Özdenören;
(1998) Kent İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul