17 Haziran 2012 Pazar

Kentsel Dönüşüm Projeleriyle Resmi Söylemde Yeniden İnşa Edilen “Gecekondu” Ve “Gecekondulu” İmgesi

Dr. Şükrü ASLAN
Sosyolog, MSGSÜ Devlet Konservatuvarı Öğretim Görevlisi
Eylül 2007 
Özet

Türkiye’de kentsel sorunlardan söz edildiğinde akla gelen örneklerden biri gecekondudur.  Gerek bir toplumsal olgu ve gerekse konut türü olarak gecekondu üzerine yapılan tartışmaların giderek bu tür mekanlarda yaşayan toplumsal kesimleri de kapsadığı ve konuyla ilgili politik yaklaşımların dönemsel olarak değişime uğradığı gözlenmektedir.

Konuya, merkezden bakışın örneği olarak resmi söylemdeki değişim üç ana dönem üzerinden incelenebilir. İlki gecekondunun fiziksel olarak kent mekanında yer almaya başladığı 1930’lu yıllardan 1980’li yıllara kadar devam eden dönemdir.  Gecekondu sorununun, kentsel sistemin dinamikleri içinde çözümlenebileceği öngörülen bu süreçte  sistematik nitelikteki en önemli yasa 775 sayılı Gecekondu Kanunu’dur. (1966) Bu süreçte resmi söyleme yansıyan dil, dışlayıcı olmaktan çok çözüm arayıcı nitelikler göstermektedir.

1980’lerde ekonomik politika tercihlerinde meydana gelen değişiklikler, sorunun yeniden ele alınmasını gerektirmiş; bu bağlamda kentsel rantın yeniden paylaşılmasını mümkün kılan bir araç olarak gecekonduların yasallaştırılması yoluna gidilmiştir. 1980’li yılların İmar Afları ve özellikle 2981 sayılı yasa bu sürecin merkezi yasasıdır.

Küresel sermayenin kentleri yeniden biçimlendirmeye çalıştığı bugünkü resmi söylemde ise artık gecekonduyu kent için bir “ur” ve gecekonduluyu da toplumsal bir tehdit olarak gören bütünüyle dışlayıcı bir dil hakim hale gelmiştir. Dışlayıcı imgelerle yeniden inşa edilen bu söylem aynı zamanda gecekonduya ya yönelik “cerrahi müdahaleyi” öngörmektedir. Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı da bu dönemin merkezi yasası olmaya adaydır.

Bugün resmi söylemdeki dışlayıcı dilin toplumsal bağlamı; mekansal, sınıfsal ve/veya kültürel ayrışma olarak yansımakta ve bu yönüyle önemli bir kentsel soruna işaret etmektedir. 

Giriş:

Gecekondu, Türkiye’de kent yazınında genelde bir “kentsel sorun” olarak tanımlanmış ve bir bağımsız değişken olarak yol açtığı diğer sorunlarla ilişkisi bağlamında ele alınmıştır. Bu durum, gecekondunun aslında daha temelli kentsel toplumsal sorunların bir sonucu olduğu gerçeğinin bir ölçüde ihmal edilmesine neden olmuştur. Bu anlamda gecekondu sorunu bağlamında neden/sonuç ilişkilerinin tam ve doğru kurulduğunu söylemek güçtür.

Oysa gecekondu sorunu; ekonomik, politik ve toplumsal bağlamı içinde değerlendirildiğinde yol açtığı sorunlar kadar onu ortaya çıkaran ekonomik, toplumsal ve sınıfsal dinamiklerin ve hakim politik tercihlerin de ciddi önem taşıdıkları görülecektir. Bu anlamda gecekondu sorununu, kentsel mekanda onu hazırlayan sürecin ve dolayısıyla yerel/merkezi sistemin mantığı içerisinde tartışmak gerekir. Boratav’ın da vurguladığı gibi kent, toplumdaki iktisadi etkinliklerin en önemli alanı olduğuna göre, iktisadi dönüşümleri, iktisat politikalarını, bu politikaların sonuçlarını ve devlet aygıtının bu bağlamda işlemesine yön veren etkenleri, bölüşüm ve büyüme dinamiklerini toplumsal sınıflarla ilgili bir kavramsal çerçeve kullanmadan çözümlememiz olanaksızdır.[1]   

Bu yaklaşım doğal olarak bizi daha geniş bir araştırma alanı olarak kent ve kapitalizm ilişkisine ya da bunun daha spesifik bir alanı olarak kent mekanı ve sermaye ilişkisine götürür.  Bu bağlamda Lefebvre’nin metaların mekanda üretiminden mekanın meta olarak yeniden üretimi hakkındaki görüşleri[2] Türkiye’de gecekondu sorununa dair hakim siyasette meydana gelen radikal değişimleri anlayabilmek için kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. Mekanın formel ya da enformel şekilde üretilme ve tüketilme biçimleri, aynı zamanda sistemin kendini yeniden üretme süreçleri ve sermayenin yayılma mantığı içerisinde anlam kazanmaktadır.

Bu yazıda sözkonusu mantığı anlayabilmek için, hakim siyasetin ya da resmi söylemin sürekliliği ve dili bir sorunsal olarak ele alınmaktadır. Elbette gecekondu üzerine oluşturulan resmi söylem, doğası gereği meşruiyet sağlama ya da bundan yoksun bırakma gibi bir işlev görür. Ancak söylemin arkaplanında iktidar ilişkilerini ve sistemin mantığını okumak mümkündür. Bu anlamda Türkiye’de gecekonduya yaklaşımda kapsayıcılıktan dışlayıcılığa doğru evrilen resmi görüşün aslında kapitalist sistemin ihtiyaç ve beklentileriyle ilişkili olduğu söylenebilir.

1. Dönem 1940’lı Yıllardan 1980’lere Resmi Metinlerde Gecekondu

Gecekonduya ilişkin resmi söylemin inşasında ilk ilgi alanının aynı zamanda gecekondunun ilk mekanı olan Ankara olduğu görülecektir. Bunun en önemli nedeni Ankara’nın başkent olması ve konut sorunuyla tanışması ve daha 1930’lu yıllarda hızlı bir kentleşme süreci yaşamasıdır.[3] Yerel düzeydeki konut sorununu konu edinen 5218 sayılı Ankara Belediyesine Arsa ve Arazisinden Bir Kısmını Mesken Yapacaklara 2490 Sayılı Kanun Hükümlerine Bağlı olmaksızın ve Muayyen Şartlarla Tahsis ve Temlik Yetkisi Verilmesi hakkında Kanun[4] bunun ilk örneğidir. Hemen sonrasında çıkarılan 5228 sayılı Bina Yapımını Teşvik Kanunu[5] birçok benzer özelliklerine karşın yerel olmaması, ülke düzeyinde geçerli olması ve imar planı sınırları içinde arsa üretimi yapılabileceğini hükme bağlaması açısından özgündür.  1940’lı yıllardaki yasalara yansıyan resmi söyleme bakıldığında, sistemin gecekonduyla tanışma ya da yüzleşme yılları diyebiliriz. Bu dönemde arsa ve konut üretimi yoluyla gecekondulaşmanın önlenebileceğine dair iyimser bir bakış söz konusudur. 

Aynı yaklaşımla 24 Temmuz 1953’de çıkarılan 6188 Sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz Yapılar Hakkında Kanunla[6] giderek artan gecekondulaşma karşısında o döneme dek yapılan gecekonduların yasallaştırılması ve konut yapacaklara arsa sağlanması amaçlanmıştır. 9 Temmuz 1956 yılında çıkarılan 6785 Sayılı “İmar Kanunu[7]nu izleyen dönemin en önemli gelişmelerinden birisi de kentlerin ve köylerin imarının giderek bir zorunluluk haline gelmesi ve bunun bir düzene kavuşturulması amacıyla İmar İskan Bakanlığının kurulmuş olmasıdır. (1958) Konut sorununun merkezi düzeyde ele alınacağını somut olarak gösteren bir yasadır bu.

Bir bütün olarak bakıldığında 1950’li yıllar 1940’lı yılların sonunda başlayan ve belediyelerin konut üretim sürecini örgütlemeyi öngören politikalarının devam ettiğini; bununla birlikte yasal öngörülerin çoğunlukla gerçek kentleşme sürecinin çok gerisinde kaldığını göstermektedir. Nitekim, İmar İskan Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 1955 yılında 50.000 gecekondu vardı. Burada toplam 250.000 nüfus yaşıyordu. Bunun kentsel nüfus içindeki yeri % 14.7 kadardı.[8] İstanbul’da ise 1950’li yılların başında (1951) 8500 gecekondu bulunmaktaydı.[9]

1960’lı yıllara bakıldığında hakim siyasette genelde planlı ve dengeli kentleşme eğilimini gözlemlemek mümkündür. Bu eğilim mevcut gecekonduların iyileştirilmesi için gecekondu çevrelerine dair haritaların çıkarılması, arsaların mülkiyet durumu, belediyelerin gecekondu bölgelerine kamu hizmeti götürmeleri, gecekondu sahiplerinin giderlere katılımı sağlanarak, hiç oturulmayacak olan gecekondularda barınanlara yeni konutlar yapılması, iyileştirilecek durumda olanlara kredi ve ayni yardım yapılması gibi bir dizi olumlu adım öngörülmüştür. Gecekondu yapımının önlemesi amacıyla göç ve kentlerde yaratılacak iş olanakları arasında bir denge sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine kentlerde ucuz arsa sağlanması, ucuz kiralık veya sahibinin oturacağı halk konut yapımı gibi başka çözüm araç ya da olanaklarının araştırılması ve uygulanması da bu eğilim içerisinde dikkat çekmektedir.[10]

Kuşkusuz bu dönemde resmi söylemin gecekonduya ilişkin en önemli belgelerinden birisi, toplam 44 maddeden oluşan ve gecekonduların varlığının devlet tarafından kabul edildiği ve tanımlandığı ilk yasa olarak 1966’da çıkarılan 775 sayılı Gecekondu Kanunudur.[11]

Yasa, ilgili belediyelere, yasayı izleyen altı ay içinde kendi sınırlarındaki gecekondu sayısını her türlü imkan ve aracı kullanarak tespit etme (Madde: 16) mevcut gecekonduların ıslahı, tasfiyesi ve yeniden gecekondu yapımının önlenmesi ve bu amaçla alınması gereken tedbirler hakkındaki ayrıntıları içermektedir. Yasanın 11. maddesi açıkça belediyelerin bu kanunda yazılı amaçlara tahsis edilmek üzere devraldıkları arazi ve arsaları bu amaç dışında tasarruf edemeyeceklerini hükme bağlamıştır.

Yasa, gecekondu yapımını önleme ve ihtiyaç sahiplerine yönelik olarak konut üretme amacını gerçekleştirmek amacıyla arsa üretimi sorunundan başka maliyet sorununu da ayrıntılı olarak kurallara bağlamıştır. Buna göre uygulama için fon kurulması öngörülmüştür. (Madde: 12) bu fonlarda biriken gelirlerin, gecekondu ıslah ve önleme bölgelerinde halk konutu veya nüve konut yapacaklara, mevcut gecekondusunu düzeltecek ve onaracak olanlara kredi verilmesinde kullanılması öngörülmüştür. (Madde: 15)

Islaha muhtaç veya tasfiyesi gereken gecekondu bölgeleri ile yeniden halk konutu veya nüve konut yapımına tahsis edilecek sahaların seçimi, haritalarının hazırlanması, İmar ve ıslah planlarının düzenlenmesi, İmar ve İskan Bakanlığının denetimi altında, ilgili belediyelerce yapılması (Madde: 19) hükmü, belediyelerin bu konudaki uygulamalarında merkezi hükümete bağlı olduğunu göstermektedir. “Belediyeler bu program ve öncelik sırasına ve İmar ve İskan Bakanlığınca tespit edilecek diğer esaslara göre kendi çalışma programlarını yapmaya ve onanmak üzere adı geçen Bakanlığa göndermeye mecburdurlar. Bakanlık bu çalışma programlarını değiştirmeye yetkilidir.” (Madde: 20)

Yasanın sosyal adalet açısından en önemli özelliklerinden birisi, gecekondu sahipleri ya da kiracı olanların mağdur edilmemesi için gerekli önlemleri de getirmiş olmasıdır. (Madde: 21) Ayrıca yasa tüm gecekonduların yıkılmasını da öngörmemektedir. (Madde: 22) Benzer şekilde, “Gecekondu ıslah bölgelerinde kamu tüzel kişilerine ait arazi ve arsalar üzerinde bulunan, plan ve mevzuat icaplarına göre yıkılmayıp, olduğu gibi veya değiştirilerek korunması mümkün olan gecekondular” ifadesi yasanın 30. maddesinde de yer almaktadır.

“Her ne sebeple olursa olsun, bu kanun hükümlerince arsa tahsis edilecek kimselerin, yoksul veya dar gelirli olması, kendisinin veya eşinin veya ergin olmayan çocuğunun herhangi bir belediye sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya her hangi bir yerde bir ev veya apartmanın ayrı bir dairesine karşılık olan payına sahip bulunmaması şarttır. Kimlerin yoksul ve dar gelirli sayılacağı, kendisine arsa tahsis edileceklerin öncelik sırası ve yukarda sözü geçen diğer hususların esasları yönetmelikte belirtilir. ( Madde: 25)

Özetle 775 Sayılı Gecekondu Yasası, 1940’lı yıllardan beri süregelen konut sorununa çözüm arayışının en geniş ve somut halini sunmaktadır. Yasa, iyileştirme, ortadan kaldırma ve önleme gibi üç temel ilkeyi barındırır. Bununla birlikte belediyeler arsa sağlama konusunda başarısız olmuş ve bu dönemde yasaya dayanılarak 60.000 kişi arsa talebinde bulunmasına karşın ancak 6.000 kişiye arsa sağlanabilmiştir.[12] Dolayısıyla gecekondulaşma yaygınlaşmaya devam etmiş ve büyük ölçüde sermayenin mantığı ve çıkarları gecekondu sürecini belirlemiştir.

Toparlarsak 1940’lı yıllardan 1980’lere kadar gelen süreçte konut ve yerleşme deneyimleri bakımından Türkiye’ye ve en önemli örnek olarak İstanbul’a baktığımızda, resmi söylemin gecekondu ve gecekonduluya yönelik politikası, pratikte izleyicilik olarak yansımıştır. Buna aslında sermayenin çıkarlarına uygun bir tutum olan göz yumma politikası demek de mümkündür. 1980’li yılların sonuna kadar sanayi alanlarının temel belirleyici işlev olduğunu; konut alanlarının, sanayi alanlarının yer seçim kararlarına bağlı olarak geliştiğini[13] göz önüne aldığımızda sanayileşmenin, aslında tipik biçimi gecekondu olan kendi kentini doğurduğunu söyleyebiliriz.

Bu nedenle 1970’li yılların ortalarına kadar, gecekondulaşma, sistemin küçük çaplı engelleyici girişimlerine karşın genelde ciddi müdahaleyle karşılaşmamıştır.[14] Bu bağlamda İstanbul’da Kazlıçeşme[15] Gaziosmanpaşa,[16] Eyüp çevresi[17] ve Okmeydanı[18] gibi yerleşmelerin paralellik gösteren kuruluş biçimleri ve yasallaşma süreçleri önemli deneyimler sağlamaktadır. Hatta döneme ilişkin olarak kamu yöneticilerinin, himayeci tutumları nedeniyle açıkça eleştirildikleri görülmektedir.[19] Resmi söylemde, gecekonduya yönelik bu tutum, politik nitelikli kentsel hareketlerin sonucu olarak kurulan gecekondu mahallelerine yönelik yıkıcı girişimler[20] dışta bırakılırsa pratikte sert ayrışma ve çatışmaların yaşanmamış olmasını anlaşılır kılmaktadır.

II. Dönem: 1980’li Yıllar: Resmi söylemde “Affedici” Dil ve 2981 Sayılı Yasa!

1980’li yılların resmi söylemini okuyabileceğimiz en önemli metnin 24 Şubat 1984 tarihinde çıkarılan 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun[21] olduğunu söyleyebiliriz. Yasanın en önemli özelliği imar ve gecekondu mevzuatına aykırı hemen tüm yapıları kapsaması ve içeriğinden de anlaşılacağı gibi “af” getirmesidir. (Madde: 2) Yasaya göre; hazine, belediye ve il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12. madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir. Tapu Tahsis Belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. (Madde: 10)

Bu dönemin konuyla ilgili belli başlı yasalarına bakıldığında, (3.5.1985 tarihinde çıkarılan 3194 sayılı İmar Kanunu[22] ve 3366 sayılı 22.05.1986 tarih ve 3290 Sayılı Kanun İle Değişik 24.2.1984 tarih ve 2981 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”[23]) sistem tarafından kentsel rantın yeniden paylaşıldığı; gecekondulara yönelik affedici politikaların benimsendiği gözlenmektedir. Sistem, kent mekanını tüketilebilir bir meta olarak yeniden üreterek hem krizini çözmeyi denemiş hem de sınıfsal gerilimleri hafifletmiştir.

Bu dönemde kent nüfusunun alt gelir gruplarına kent toprağının küçük parçalarını edinme hakkı tanımak, onları mülkiyetin kutsallığına inandırmıştır. Bu pratiğin sonucudur ki toprağa ya da arsaya sahip olmanın getirdiği güven duygusuyla, sözkonusu toplumsal kesimler kentsel sisteme ve ilişkiler düzenine eklemlenebilmişlerdir. Tekeli’ye göre 1980 sonrası İmar afları katılım mekanizmasını ikame eden bir işlev görmüştür.[24]

Ancak bu durum ilerleyen yıllarda yeni katmanlaşma ve ayrışmaların yolunu açmıştır. 1980 sonrasında özellikle kent çeperlerine yönelik büyük talep alt orta ve üst gelir gruplarının farklı yöntemlerle hak paylaşımı mücadelesini doğurmuştur. Üst gelir grupları zengin gettoları, orta gelir grupları kooperatifler ve alt gelir grupları da mafya türü kaba güçle bu alanların kentsel rantına el koymayı denemişlerdir.[25]

III. Dönem: Gecekonduya Karşı Siyasal Radikalizm!

1990’lı ve özellikle 2000’li yıllara geldiğimizde, sistemin gecekondu ve gecekondululara yönelik yeni politikalar üretme sürecine girdiği görülmektedir. TBMM gündeminde halen bekletilmekte olan Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı, resmi söylemin gecekondu sorununda değişen dilinin niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Askeri bölgeler dışında tüm kamu arazileri ve eski kent merkezlerin de büyük çağlı dönüşüm projeleri üretmeyi öngören yasa tasarısında eski/yeni gecekondu mahallelerinin de özel bir yer oluşturduğu gözlenmektedir.

Konuyla ilgisi yönünden yasa tasarısı gözden geçirildiğinde, gecekonduları yasallaştıran 1984 tarihli af yasasının yürürlükten kaldırılmasının öngörüldüğü, tamamıyla idarelerin hata veya ihmalleri sonucunda halen bu yasa ile kendilerine verilmiş hakları kullanamamış bulunan gecekondu halkının haklarının gasp edildiği görülmektedir. Tasarı yasalaştığı ve uygulandığı taktirde eski kent merkezleri ve gecekondu mahalleleri geleneksel sahiplerinden temizlenecek; burada yaşayan insanlar bir tür sürgün edilebilecek, mülkleri üzerindeki tasarruf hakları ellerinden alınabilecektir.  Kısaca bu tasarı ile anayasanın 35. maddesindeki “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir, bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir ilkesi ihlal edilmektedir. 
Tasarıda 12.10.2004’den önce yapıldığını belgeleyen gecekondu sahiplerine, ruhsatsız yapı sahiplerine ve ikamet edenlere, bedelini yirmi yılı aşmamak üzere borçlandırılmak kaydıyla yapılacak sosyal konutlardan veya yapılardan, bağımsız bölüm verilebileceği öngörülmektedir. 
Resmi söylemin merkezine oturan ve Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısında ifadesini bulan bu yeni politik yaklaşım, kentlerin gecekondulardan temizlenmesini, bedeli ne olursa olsun stratejik bir plan olarak önüne koymuştur. Dolayısıyla artık 1980’li yıllara kadar devam eden çözüm arayıcı tutum ya da 1980’lerden sonraki “affedici” politik tercih, yerini net bir şekilde yıkma ve yok etme tutumuna bırakmıştır. Siyasal söylemde açık bir şekilde, gecekondu bölgeleri, “kentlerin çevresini kuşatan bir ur”[26] olarak tarif edilmektedir.

Bu dönemde resmi söylemin yanısıra “Gecekondu tarih oluyor, şehirler gecekondulardan temizlenecek, gecekondu devri bitiyor gibi vurguların yoğun şekilde işlenmesi konuyla ilgili tasarının meşruiyetini sağlamaya da katkıda bulunmaktadır. Öyle ki bugün gecekondu mahallelerinin; “ilkel”, “gelişmemiş”, “cahil”, “şiddet yanlısı”, “kaba”, “yıkıcı” vb. kavramlarla anılması neredeyse olağan bir hal almış durumdadır.

Sonuç:

Gecekonduya dair birinci ve ikinci dönem politikaları arasında bir süreklilik olduğunu söylemek mümkündür. Ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki gecekondu politikalarında, öncesinden bir kopuş ve bir kırılma olduğu da açıktır.  Bugün artık gecekondunun sermaye açısından eski işlevinin bir anlamda işlevsizleştiği bir durum söz konusudur. Neo liberal politikaların etkilediği yeni kentsel politikalar gereği, sanayii kentin dışına kaymakta ve eski işgücü işlevsiz kalmaktadır. Yerleşim mekanları açısından da artık eski biçim ve işlevler sözkonusu değildir. Öte yandan 1980 öncesi meşru görülen gecekondu yoksulluğu artık geçerli değil gibi gözüküyor.[27] 1980 öncesi tampon mekanizmaları yıkılmakta; konut kullanıcısı ve yapıcısı ayrışmakta ve çeşitlilik yaşanmaktadır.[28]  Tüm bunlar kentlerdeki eski/yeni gecekondu mahalleleri üzerine yeni politik stratejilerin geliştirilmesi sürecini tetiklemektedir.

Bu döneme damgasını vuran dışlayıcı söylemin bir başka nedeni de gecekondu alanlarının sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmış olmalarıdır. Bu dönemde devlet, merkezi ve yerel yönetim düzeyinde kamusal hizmet alanından adım adım çekilirken sermaye merkezli politikalara yönelmektedir. Sermaye birikim süreçleri açısından, bir kısmı kentin “önemli” yerlerinde kalan eski gecekondu mahallelerinin değişim değeri ön plana çıkmaya başlamıştır. Bir konut türü olarak işlevini dolduran ve artık sanayi için işgücü ihtiyacıyla ilgisi kalmayan gecekondular gözden çıkarılırken, gecekondu mahalleleri, küresel sermayenin çekim alanları olarak yeniden örgütlenmek istenmektedir. Bu durumda gecekondulu kitlelerin “taşınması” kentin yeni bir “görünüme” kavuşturulması söylemi daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır.

Bütün bu dışlama söyleminin, gecekondu mahallelerinin artık birer varoş oldukları ve şiddet hareketlerinin kaynağını oluşturdukları, ıslah edilemeyecekleri yönündeki yargılara paralel bir gelişme seyri izlemesi de ilginçtir. Varoş teriminin 1990’larda kullanılmaya başlanması[29] bu açıdan anlamlıdır ve artık kentlileşemeyen bir topluluğa gönderme yapmaktadır. Gerçekte “gecekondu” ve “varoş” sözcüklerinin kent yazınında yer alma biçimi, konuyla ilgili söylemde meydana gelen bir kırılmaya da işaret etmektedir. Zira “gecekondu tanımı ne kadar kente göçenlerin önüne, merkezdeki kimliğe dönüşmek üzere kapıyı açıyorduysa, varoş terimi de o kadar dışlayıcı ve kapatıcı[30]” nitelikleriyle öne çıkıyor.

Böylece resmi söylemden yola çıkarak gecekondu mahallelerinin geleceği açısından yeni bir dönemde olduğumuz görülmektedir. Kuban’ın ifadesiyle sermayenin sermayesi olan kentler”de[31] para eden yeni alanlar keşfedilmektedir. Gecekondu mahallelerinin durumunu, bu yeni söylemde anlatabilecek en uygun kavram “kurbanlık mekanlar”[32]dır.



[1] Korkut Boratav;(1995) İstanbul’dan ve Anadolu’dan Sınıf Profilleri, Tarih Vakfı Yay. İstanbul, s. 111
[2] Henri Lefebvre’den aktaran Tarık Şengül; “Sınıf Mücadelesi ve Kent Mekanı”, Praksis Sayı: 2, s. 14-17
[3] Tansı Şenyapılı; (2004) Barakadan Gecekonduya Ankara’da Kentsel Mekanın dönüşümü, İletişim Yayınları, s. 76
[4] TBMM Kanunlar Dergisi Cilt: 30, Ankara TBMM Basımevi, 1948 s. 624-625
[5] TBMM Kanunlar Dergisi Cilt: 30, Ankara TBMM Basımevi, 1948 s. 638-641
[6] TC. SİCİLLİ KAVANİNİ Cilt: 34, Cihan Kitaphanesi, İst. s. 607-61
[7] TC SİCİLLİ KAVANİNİ Cilt: 37, Cihan Kitaphanesi, s. 584-600
[8] Erbatur Çavuşoğlu, (2004) Hegomonik Bir Süreç Olarak Türkiye Kentleşmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi,  MSGSÜ, s. 211
[9] M. Aykaç Erginöz: “Cumhuriyet Dönemi İstanbul Yerleşmeleri” İSTONBUL Sayı: 6 Ocak-Mart 2002,  s. 35
[10] Başbakanlık DPT, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) Başbakanlık Devlet Matbaası, 1963 s. 429-438
[11] Resmi Gazete Sayı: 12362, 30.07.1966
[12] Şengül Öymen Gür, (2000) Doğu Karadeniz Örneğinde Konut Kültürü,  Yapı Endüstri Merkezi Yay. s. 118
[13] Zekiye Yenen, Oya Akın, Hülya Yakar; (2000) EYÜP; Dönüşüm Sürecinde Sosyal Ekonomik ve Mekansal Yapı, Eyüp Belediyesi Yayını, s. 88/89)
[14] Gülçin Pulat Gökmen; (1998) “Geçmişten Günümüze Dar Gelirli Kentlilerin Konut Sorununa İlişkin Politikaların ve Sonuçlarının İrdelenmesi” Göç, Kent Gecekondu, Birsen Yayınevi, s. 96
[15] Faik Akçay; (1974) Zeytinburnu; Gerçek Yönleriyle Bir Gecekondu Kenti, Çelikcilt Matbaası, İstanbul s. 15/16
[16] Mustafa Sönmez; (1996) İstanbul’un İki Yüzü, Arkadaş Yayınları, İstanbul, s. 86-92
[17] Zekiye Yenen, Oya Akın, Hülya Yakar; (2000) EYÜP; Dönüşüm Sürecinde Sosyal Ekonomik ve Mekansal Yapı, Eyüp Belediyesi Yayını, s. 88/89 -124
[18] Ali İhsan Saner; (2000) Devletin Rantı Deniz, İletişim Yayınları, İstanbul
[19] Ayda Eraydın; (2006) Değişen Mekan, Mekansal Süreçlere İlişkin Tartışma ve Araştırmalara Toplu Bir Bakış: Dost Kitapevi, s. 86/87
[20] Türkiye’de sistemin, gecekondulara yönelik sert ve yıkıcı politikalarının ilk örneği 1970’li yılların ikinci yarısında görülen politik kimlikli mahallelere yönelik yıkım uygulamalarıdır. Burada hedef seçilen öğe, aslında gecekondu değil, gecekondu mahallesinin, kendisini sistem karşıtı olarak niteleyen  politik kimliğidir. (Bu konuda bkz. Şükrü Aslan, 1 Mayıs Mahallesi 1980’lerden Önce Toplumsal Mücadeleler ve Kent, İletişim Yayınları, 2004
[21] Resmi Gazete Sayı: 18335, 08.03.1984
[22] DÜSTUR 5. Tertip Cilt: 24 s. 378
[23] DÜSTUR 5. Tertip Cilt 26, s. 139-141
[24] İlhan Tekeli, (1991) Kent Planlaması Konuşmaları, TMMOB Yayınları, s. 67
[25]Erbatur Çavuşoğlu; (2004) Hegomonik Bir Süreç Olarak Türkiye Kentleşmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi,  MSGSÜ, s. 203
[26] R.Tayyip Erdoğan’ın TOKİ 1. Konut Kurultayında yaptığı konuşmadan, Hürriyet, 9 Nisan 2006
[27] Oğuz Işık- Melih Pınarcıoğlu; (2002) Nöbetleşe yoksulluk, İletişim Yayınları, s. 48
[28] Oğuz Işık- Melih Pınarcıoğlu; (2002) Nöbetleşe yoksulluk, İletişim Yayınları, s. 128
[29] Serpil Bozkulak (2005) “Gecekondudan Varoşa Gülsuyu Mahallesi” İstanbul’da Kentsel Ayrışma, Bağlam Yay.
[30] Asu Aksoy: (2001) “Gecekondudan Varoşa Dönüşüm: 1990’larda Biz ve Öteki Kurgusu” DIŞARIDA KALANLAR BIRAKILANLAR, Yayına Hazırlayanlar: Nabi Avcı, Deniz Derman, Süheyla Kurca, Arus Yumul, Bağlam Yayınları 
[31] Doğan Kuban, “Yeni Küreselleşmenin Kıskacında Kent ve Planlama” Mimarist, Mimarlık ve Kültür Der. s. 70
[32] Rasim Özdenören; (1998) Kent İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul