29 Haziran 2012 Cuma

“Kentsel Dönüşüm” Kimin İçin? Saldırıları Küçümsemeyelim Örgütlenerek Mücadele Edelim

“Kentsel dönüşüm” adı verilen yıkım ve rant projelerini hepimiz duymuşuzdur. “Yıkım” deyince bunun yoksulları hedef aldığını; “rant” deyince bunun zenginlerin cebini doldurduğunu hemen anlar ve hissederiz. Peki henüz hepimizin kapısına dayanmayan bu saldırıların ne kadar boyutlu ve ciddi bir düzeyde olduğunu biliyor muyuz?
Devletin ve sermayedarların ne tür oyun ve taktiklerle üzerimize geleceğini kestirebiliyor muyuz?
Yıllardır parça parça İstanbul’da ve ülkenin değişik bölgelerinde yıkım saldırıları ile karşılaşıyoruz. Yasalar düzenleniyor, belediyelere geniş yetkiler veriliyor ve halkın barınma hakkı her geçen gün gasbediliyor. Yeni süreç ise bunun daha ötesinde kapsamlı bir saldırıyı içeriyor.
Önce sadece İstanbul’da 1 milyon binanın yıkılacağı haberini duyduk. Nerelerden başlanacağına dair belli bilgiler verildi, gerçekte ise onlarca yer henüz gizlendi. Sonra Başbakan’ın “çılgın projeleri” açıklandı. Talan ve rant için yıkımların yetmeyeceği düşünülmüş olacak ki İstanbul’a iki yeni şehir kurulacağı açıklandı. Sadece İstanbul’da değil; Ankara, İzmir, Eskişehir ve birçok ili kapsayan yıkım ve rant projeleri açıklandı. Peki bu saldırılar ne anlam ifade ediyor ve neyi amaçlıyor?
Gecekondular Emekçilere Reva Görülen Yaşam Alanlarıdır
Herkes bilir ki gecekondulaşma yeni değildir ve tarihi 1950’lere kadar gider. ‘70 ve ‘80’li yıllarda daha da yoğunluk kazanır, ‘90’lar ve 2000’lerle birlikte ise artık uç sınırlarına ulaşır. Ülkemiz emperyalizme bağımlı bir ekonomik yapı içerisinde montaj sanayi ve ara mallar üretimine dayalı bir sanayi mahkûm edilmiştir. Fakat bunun gerçekleşebilmesi için şehirlere akın eden milyonlarca işçi ve emekçinin en masrafsız şekilde ucuz işgücü olarak konumlandırılması gerekir. İşte ülkemizde ilk gecekondulaşmanın ve devletin buna göz yummasının ilk ve temel amacı budur. Derme çatma yapılarda, altyapı hizmetlerinden yoksun olarak yaşayan ve üretim içerisinde sömürülen geniş kesimler bu sayede kontrol altında tutulmak istenir. Zamanla ise gecekondu alanları devletin kontrolü altında çeşitli mafya gruplarına sunulur ve artan oranda rant alanlarına dönüşür. Bu süreç aynı zamanda devrimciler önderliğinde halkın kendini ve yaşam alanlarını savunduğu da bir mücadele dönemidir. Gecekondular ve rant alanları büyüdükçe devletten destek alan, yöntemleri daha farklı “mafya grupları” yani holdingler, şirketler ve TOKİ gibi kuruluşlar bu büyük karın gerçek sahibi olmaya başlarlar.
Emeğimiz, Yaşam Alanlarımız, Doğamız Talan Ediliyor
Ve artık günümüze gelindiğinde önceleri kenar mahalleleri oluşturan gecekondu bölgeleri, şehirlerin devasa büyümesiyle kentin ortasında kalır ve devleti ve sermayedarları daha fazla rahatsız etmeye başlarlar. Emekçiler buralara layık görülmez, dışarı atılır ya da çok az kısmı büyük paralar ödeyerek zenginlerin içerisine karışma “hakkını” elde eder. Sadece bu da değildir. Dünyada ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizler devleti ve ülkemizdeki sermayedarları daha da zorlar ve onları yeni arayışlar içerisine iter. Emperyalist sermayeyi ülkeye çekebilmek için kentler, nehirler ve dereler, orman alanları, yer altı kaynakları talana açılmaktadır. Sanayi üretiminde kendisine belirlenen sınırları aşamayan, uluslararası alanda dev şirketlerle rekabet edemeyen Türk sermayesi, en iyi bildiği yola başvurur: İşçi ve emekçileri daha fazla sömürmek, halkın her türlü sosyal-kültürel yaşam ihtiyacını büyük karlar elde ettiği bir fabrikaya dönüştürmek… Özelleştirmeler, taşeronlaştırma, esnek çalıştırma, eğitim-sağlık-ulaşım vb. hizmetlerin özelleştirilmesi, kıdem tazminatlarının kaldırılması ve kentsel rant projeleri bir bütün olarak sermayenin daha fazla kar elde etmesi için gerçekleştirilen saldırılardır. Yine bununla da sınırlı değildir. İşçi ve emekçilerin devrimcilerle birlikte devlete ve düzene karşı mücadele ettiği merkezler tasfiye edilmek istenir. Belki birçok yerde gecekonduların çehresi değişmiş iki üç katlı binalara dönüşmüştür fakat buralar yoksulluğun ve yoksunluğun merkezleri olmaktan kurtulamamıştır. Bu da demektir ki buralarda hala düzen karşıtı devrimci mücadeleler gelişebilir ve gelişmektedir. Nasıl ki işçi sınıfının mücadele araçları olan sendikalar zayıflatılıyor ve tamamen sermaye ve devlet işbirlikçisi sendikalar hâkim kılınıyorsa emekçi-demokrat mahalleler de dönüştürülmeli ve devletin tam kontrolü altına alınmalıdır. Amaçlar bunlardır ve saldırı halkın her kesiminden işçileri, memurları, kadınları, gençleri, yaşlıları içine alacak kadar kapsamlıdır.
Dozerlerden Önce Yalanlar Gelir
Fakat bütün bu saldırıları bir çırpıda gerçekleştirmek mümkün olmadığı gibi oluşabilecek muhalefet de daha baştan dizginlenmek istenecektir. Bunun için çeşitli oyunlar ve aldatmacalar gereklidir. Dozerlerden önce yalanlar ve demagojiler halkın üzerine gönderilmelidir. “Deprem sorunu, konut sorunu, kentlerin güzelleşmesi, tarihi dokunun korunması, suçun önlenmesi…” denecek ve asıl amaçlar gizlenmeye çalışılacaktır. Farklı “imar” durumları öne çıkarılarak halkın bölünüp parçalanması amaçlanacaktır. Gecekondular, imarlı olanlar, imarlı olmayanlar, tapusu olanlar, tapu tahsis belgesi olmayanlar, ev sahipleri ve kiracılar ayrı ayrı statülerde ele alınarak bir kısmına hiç para verilmeyecek bir kısmı ise borçlandırılarak evlerine el konulacaktır. Aynı zamanda ise emekçi halkın birlikte hareket etmesi engellenmek istenecektir. Açıklanan son mevzuata göre yıkımlar; “kendi mülkü ama mevzuata aykırı olarak yapılan binaları,  kendi mülkü dışında bir arsaya yapılan konutları ve afet (deprem) riski altındaki yerleri” kapsayacak. Ve ayrıca belediyelere tanınan özel ve keyfi yetkilerle daha birçok bina ya da mahalle yıkım kapsamına alınabilecektir.
Mortgage Denilen Sömürü Çarkı
Yıkımları hoş göstermek için konut sorununu çözme yalanıyla adına Mortgage denilen ABD’de çökmüş bir sistemi halka pazarlıyorlar. Kısaca “ipotekle ev sahibi olma” anlamına gelecek bu sistem bir çözüm değil tam bir sömürü mekanizmasıdır. Bu sistem emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin ellerinde birikmiş paranın faizle çalıştırılmasına dayalıdır ve kampanya diye duyurulan peşinat ve taksitleri halkın ödemesi mümkün değildir. Sisteme dâhil olanlar ipotek karşılığı bankadan aldığı kredinin birkaç taksidini ödeyemediğinde banka ipotekli eve el koymaktadır. Bu sistem düzenlenen yasal mevzuatlarla öne çıkarılmakta ve halk evini terk etmeye ya da borçlu yaşamaya mahkûm edilmektedir.
Önce büyük yetkilerle donatılan, isterse bir ilçeyi bile yıkma kararı alabilen belediyeler (birçoğu gizlenen) projelerini açıklamakta sonra ise saldırılar gelmektedir. Emekçilerin kendine yeterli küçük arsa ve binalarına yıkım kararı alınacak, buralarda oturanların ya birçok ev birleşerek projeye uygun büyük konut ve siteler yapması bunu yapamazsa (ki yapamayacağı daha baştan belli) evini, arsasını satması ya da ipoteğe vererek yeni yapılacak dairelerden satın alması dayatılacaktır. Ev ve arsalara biçilen değerlerin dört beş misli daha pahalı olan yeni dairelerden alabilmek için evinden olan emekçiler ömür boyu evsiz kalma ve borç tehdidi altında yaşamaya mahkûm edilecektir. Bugün üç beş ailenin oturduğu binalar yeni yapılan tek bir dairenin fiyatını dahi karşılamayacak ve hem ev sahipleri hem de kiracılar evsiz bırakılacaktır. Sadece bununla da kalmayacak evsiz kalma ve borç tehdidi altında yaşayan işçi ve emekçiler, işsiz kalma korkusuyla işyerinde de sesini çıkaramayacak devletin, patronun her türlü sömürü ve dayatmasına boyun eğmeye zorlanacaktır.
Devlet, TOKİ ve Sermayedarlar El Birliği Yaptı
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar diyor ki “Şu anda İstanbul’da yıkmaktan daha güzel bir şey yok. İstanbul yıktıkça güzelleşir.” Fakat İstanbul kimin için güzelleşecek? Halk için mi egemenler için mi? Yaşadıkları şehrin ve en önemlisi yaşadıkları mahallelerin güzelleşmesini, altyapı ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasını en çok isteyen emekçi mahallelerinde yaşayan yoksul halktır. Çünkü bu ihtiyaçlardan en çok yoksun bırakılanlar onlardır. Ancak evsiz bırakılma, ömür boyu borç yükü altına girme, işsizlik, sömürü, sürgün edilme ne zamandan beri emekçi halkın yaşamını güzelleştirmektedir? TOKİ ne zamandan beri emekçileri düşünerek projeler gerçekleştirmektedir? Açık ki bu hiçbir zaman olmadı bu düzen içerisinde de olamayacaktır. TOKİ hükümetin özel ve keyfi yetkilerle donatılmış ve belli bir sermaye kesimine rant sağlayan bir devlet kuruluşudur. Kürt ulusunun haklı mücadelesini bastırmak için bugün Türkiye’nin ve İran’ın sınır karakollarını inşa eden TOKİ aynı zamanda savaş ekonomisini sağlayan bir kuruluştur.
Bütün bu saldırıların başını çekerken TOKİ yalnız mıdır? Kuşkusuz ki değildir ve arkasında devlet, hükümet ve emperyalist şirketler vardır. Yanı başında talanı birlikte gerçekleştirdikleri ve paylaştıkları KİPTAŞ, Koç Holding, Ağaoğlu, Çalık Holding, Zorlu Holding, Varyap, Kuzu, Taşyapı, Astaş, Doğa Gayrimenkul ve talana katılan bilumum holding, şirket ve bankalar vardır. Sermayedarlar elbirliği yapmış hep birlikte emeğe, yaşam alanlarına ve doğaya saldırmakta, onları talan etmektedir. Açık ki emekçiler de yalan ve aldatmacaları boşa çıkararak elbirliği yapmaya ve birlikte mücadele etmeye mecburdurlar.
Yıkım Alanları Açıklanıyor ve Arkası Gelecek
Hükümetin İstanbul’da yıkım projeleri kapsamında ilk olarak birçok ilçeye bağlı çeşitli mahalleler açıklandı. Küçükçekmece, Zeytinburnu, Çatalca, Esenler, Eyüp, Maltepe, Güngören, Başakşehir, Ataşehir, Gaziosmanpaşa, Kartal, Fatih ve Beyoğlu ilçelerindeki birçok mahalle ve bunlar dışındaki kimi mahallelerin “kentsel dönüşüm” kapsamına alındığı açıklandı. Ancak henüz açıklanmayan onlarca yıkım projesi bulunmaktadır. Yıkılacağı söylenen 1 milyon binanın tüm İstanbul’u kapsayacağı ve başarı kazandıkça tüm emekçi mahallelerin kapısına dayanacağı ortadadır. Hükümet bugün bir yanda Kürt sorunu ve Ortadoğu’daki gelişmelerle uğraşırken diğer yandan ekonomik krize çare bulmak için şehirleri ve doğayı talan etmekte, işçi sınıfına saldırmakta; esnek çalıştırmayı hâkim kılarken kıdem tazminatlarını talan etmeyi amaçlamaktadır. Bütün bu saldırıların birbiriyle paralelliği ortadayken bunların hangi zaman diliminde, hangi taktik ve oyunlarla hayata geçirilmeye çalışılacağının tam bir reçetesi yoktur. Açık olan egemenlerin halkı bölüp parçalayarak bu saldırıları parça parça yoğunlaştıracağı ve başarı kazandıkça daha da pervasız bir biçimde saldıracağıdır.
Çaresiz Değiliz, Örgütlü Mücadeleyle Kazanabiliriz
Fakat halk çaresiz değildir. Açıklanan bu devasa saldırı projelerini boşa çıkaracak ve saldırıların olduğu her alanı egemenlerin geri adım atacağı bir mücadele alanına dönüştürecek gücü vardır. Bunun için örnek alacağımız büyük direniş ve zaferlerimiz de vardır. Şehitler pahasına kazanılan 1 Mayıs Mahallesi’nin direniş tarihi emekçi mahallelerde yaşayan halk için en güzel örneklerden biridir. Yine Gülsuyu, Okmeydanı, Sarıyer, Nurtepe, Armutlu, Bayramtepe, Filistin Mahallesi, Gazi, Sarıgazi ve onlarca örnek emekçi halkın dayanışmasına, devrimci ve komünistler önderliğinde yaşam alanlarını koruduğu onlarca direnişe tanıktır. Bunun Ankara’da, İzmir’de ve ülkemizin birçok şehrinde onlarca örneği de bulunmaktadır. Bugün yıkım kararı alınan mahallelerde halk kendiliğinden bir biçimde örgütlenmekte ve çareler aramaktadır. Bize düşen de tüm emekçilere, ezilenlere ve sömürülenlere saldırıların ortak olduğunu bilerek birleşmek, dayanışmayı yükseltmek ve örgütlenmektir. Unutmayalım ki örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!

Ağustos 2011 - 2 Eylül Kültür ve Dayanışma Derneği (1 Mayıs Mah.) Festival Bülteni