GÖÇ
ve GECEKONDULAŞMA
1950'li
yıllarla birlikte ülkemizde yurt içi ve yurt dışına yoğun bir şekilde emekçi
göçü baş göstermiştir. İnsanların daha iyi bir yaşam umudu ve egemen sınıfların
ucuz işgücüne duyduğu ihtiyaç nedeniyle bir anlamda göçler teşvik edilmiş,
“taşı toprağı altın” denilerek başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere
insanlar göç etmeye başlamışlardır.
Yoğunlaşan göç bir dizi önemli sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlar temel olarak çalışmak için işe; barınmak için konuta olan ihtiyaçtan doğan sorunlardı.
Yoğunlaşan göç bir dizi önemli sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlar temel olarak çalışmak için işe; barınmak için konuta olan ihtiyaçtan doğan sorunlardı.
İnsanlar
yaşamsal ihtiyaçları olan barınma sorununu “çözmek” için kentin bugün “varoş”
diye anılan yerlerinde başlarını sokabilecekleri derme çatma yapılar
oluşturdular. Bunlar 1-2 gün içinde yapılabilen adına gecekondu denilen
konutlardı. Başlangıçta belli yerlerde kendiliğinden tek tük yapılan bu binalar
kısa süre içerisinde çoğalarak mahallelere, mahalleler emekçilerin yaşadığı
semtlere dönüştü. Gecekondulara yerleşenler peşlerinden akrabalarını,
hemşerilerini de buralara taşıdılar. Bu yerler kimi zaman gelenlerin
memleketleriyle anılan, gettolaşmaya başlayan yerler haline gelmeye başladı.
Memleket adıyla anılan sokak ve mahalleler oluştu.
Kurulan
bu mahallelerde insani yaşam için gerekli temel gereksinimlerin izlerine
rastlamak neredeyse mümkün değildir. Çünkü göçle birlikte ortaya çıkan
gecekondulaşma, sistemin kendisi gibi çarpık gelişmekteydi. Buralarda yaşayan
insanlar, kendi sorunlarıyla baş başa bırakılmıştı yani sorunlarını kendileri
çözmek zorundaydılar.
DEVRİMCİ
DALGANIN GECEKONDULARDAKİ YANKISI
1960'lı
yıllarda başlayan, dünya ve ülkemizde gelişen devrimci dalganın kendiliğinden
gelişmiş olan bu sürece seyirci kalması düşünülemezdi. Yeni kurulmuş
mahallelerde çok zor şartlar altında yaşayan insanlar bu dalgayla beraber
devrimcilerle, onların düşünceleriyle tanışmaya başladılar. Artık bu şekilde
yaşamak istemeyen emekçiler bu yeni dalgayı hissederek yanında ve içinde yer
almaya, daha insani bir yerde yaşama taleplerini haklarını dillendirmeye
başladılar.
Devrimciler
esas olarak 1970'li yıllarda fiilen işin önderliğini yine göç eden insanların
barınma ihtiyaçlarından kaynaklı üstlenmeye başladılar. 2 Eylül 1977'de esas
olarak 1 Mayıs Mahallesi deneyimiyle başlayarak Gülsuyu'nda da bir dönem 18
Mayıs Mahallesi adıyla anılan yeni işgal bölgesi, komünist ve devrimcilerin
inisiyatifinde işgal edilerek ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. Komünist ve
devrimciler hemen hemen tüm gecekondu semtlerinde söz sahibi olmuş, buralarda
halka önderlik ederek daha yaşanılır çevrelerin oluşması için insanlara bilinç
götürmeye çalışmışlardır.
Gerek
toplumsal harekette yaşanan gelişme gerekse de emekçi semtlerde yaşanan
canlanmanın-kabarışın etkisiyle artık bu bölgeler; hakim sınıflar tarafından
dikkate alınmaya, kontrol altında tutulmaya ve buralarda yükselen devrimci
mücadeleyi yok etmenin hesapları yapılmaya başlandı. Ülke genelinde yükselen
devrimci kabarmanın önüne mevcut yapılanma (parlamento) ile geçemeyeceğini
bilen hâkim sınıflar tek bir çıkar yol olarak askeri darbeyi seçmiştir. 12
Eylül AFC'den emekçi semtler de nasibini almış, karşı devrimci politikaların
hedefi haline getirilerek ağır yozlaşma ve tahribata uğratılmıştır.
12 Eylül
AFC'siyle birlikte topyekun saldırı politikalarını devreye sokan Türk hâkim
sınıfları, başta devrimci ve komünistlerin imha ve sindirilmesini hedeflerken;
işçilerin, emekçilerin öz örgütlülüklerini de kapatarak, yasaklayarak onları;
izole etmeye ve baskı altında tutmaya çalışmıştır. Sistemli bir şekilde ve
yoğun baskı altında uygulamaya çalışılan bu politikalar, yoksul emekçi
kitlelerde bir suskunluk ve çözülme sürecini beraberinde getirmiştir. Devrimci
mücadelenin, faaliyetin tasfiye edilmesini, sökülüp atılmasını hedefleyen
Askeri Faşist Darbe, emekçi semtleri de geçici bir “suskunluğu boğmuştur.”
1980'in
ikinci yarısından sonra devrimci mücadelenin ülke genelinde yükselişe geçmesi
doğal olarak emekçi semtleri de etkilemiş ve buralardaki devrimci potansiyelde
yavaş yavaş kıpırdanmalar başlamıştır. 12 Eylül AFC ile kapatılan demokratik
kitle örgütleri açılmaya başlanmış, 1987-1988 yıllarında yoksul emekçi halkta
ileriye çıkış eğilimi artmıştır. O dönemde sık sık yapılan zamlar, insanlarda
öfkeye yol açmış, bu öfke sokakta ifadesini bulmuş ve şehit düşen gerilla ve
devrimcilerin cenazeleri kitlesel olarak sahiplenilmiştir. Yine devlet destekli
arazi mafyasının bazı emekçi semtlere yönelik geliştirdiği talan ve ele geçirme
politikası da boşa çıkarılmış, mafyaya ciddi bir ders verilmiştir.
YOZLAŞTIRMA
KISKACINDAKİ EMEKÇİ SEMTLERE SON DARBE: YIKIM
Ekonomik
abluka ve yoksulluk nedeniyle umut kapısı olarak görülen büyük şehirler;
özellikle 90'lardan sonra devletin uyguladığı baskı ve zorunlu göç nedeniyle
yoksul emekçi halkın son uğrak yeri olmuştur. İşçilerin ve emekçilerin yoğun
olarak yerleştikleri bu mahallelerde devrimci potansiyelin ve direnme
geleneğinin güçlü olması saldırıların bu ve benzeri yerlerde odaklanmasına
neden olmakta, daha doğru bir ifadeyle buralar hâkim sınıflar tarafından
çıbanbaşı olarak görülmektedir.
Bu
nedenle işçi ve emekçilerin yaşadığı semtler-mahalleler uyuşturucunun,
çeteleşmenin, yozlaşma ve çürümenin hâkim sınıflar tarafından sistemli bir
politika olarak gündeme getirildiği, hırsızlığın, kapkaçın, cinayetlerin
tetiklendiği yerler olmaktan kurtulamamaktadır.
Öyle ki
artık, bakkallar birahaneye, kahveler kumarhaneye, okullar ve sokaklar
uyuşturucu pazarlanan yerler haline dönüştürülmüştür. Emekçi semtlerde
özellikle polis destekli çeteleşme ve mafyalaşma geliştirilmeye,
yerleştirilmeye çalışılmakta, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı teşvik
edilmektedir. Kumar ve şans oyunlarıyla insanlar erişemeyecekleri hayallerin
peşinden umutsuzca koşturulmakta ve sömürülmektedir. Özellikle gençlik bu yozlaştırma
ve kişiliksizleştirme politikalarının hedefine konularak, bilinçleri dumura
uğratılmak istenmekte, beyinleri zehirlenmektedir.
Bu
politikaların hâkim sınıflar cephesinden geçici bir başarı kazandığının
göstergesi olarak beyinleri uyuşturulmuş, kolay para kazanma sevdasına
kendisini kaptırmış, her mahallede, sokakta çete ilişkilerine girmiş
insanlarımızın, gençlerimizin oranı hatırı sayılır biçimde çoğalmaktadır. Hâkim
sınıfların genel bir politikası olmakla birlikte çeteleşme ve yozlaşma
özellikle devrimci mücadelenin, faaliyetin gelişme gösterdiği emekçi semtlerde
daha organizeli olarak bir şekilde gündeme getirilmektedir. Devrimci faaliyetin
tasfiyesini sağlamaya dönük karşı devrimin hizmetindeki bu çalışmalar kişiyi
değerlerinden ve kültüründen uzaklaştırarak bencilleştirmekte, asıl hedefi ise
kitleleri devrimden ve onun siyasal, ideolojik etkisinden uzaklaştırmak, düzen
içine çekilmesini sağlamak olmaktadır.
Uyuşturucu,
çeteleşme ve daha bir dizi yozlaşmanın, çürümenin kıskacında kendi gerçekliğinden,
kültüründen uzaklaştırılarak kişiliksizleştirilmeye, apolitikleştirilmeye
çalışılan emekçilere son bir darbe de yıkımla indirilmek isteniyor. Bir dizi
karşı devrimci yöntem ve politikaları hayata geçirerek emekçi setleri ve
insanlarını yola getirmeye çalışan hakim sınıflar semtlerdeki birliği ve
dayanışmayı yeterince parçalamamış olacak ki, semtleri yıkarak tasfiye etmeyi,
insanlarını ise sürgüne göndermeyi hedefliyor.
EMEKÇİ
SEMTLER NEDEN YIKILMAK SİTENİYOR?
2004-2005
yılının AKP hükümeti tarafından “kaçak yapılaşmayla mücadele yılı” olarak ilan
edilmesi, gecekondu mahallerinde yaşayan yoksul emekçi halkımız açısından da
yeni bir sürece girildiğinin sinyallerini vermiştir.
Bu yeni
dönem, bugüne kadar yapılanların yanında, bir anlamda egemenler açısından
emekçi semtleri fiilen tasfiyeye yönelik planların devreye sokulmasıdır.
ABD
uşağı Türk hâkim sınıflarının temsilcisi AKP hükümetinin Başbakanı R, Tayyip
Erdoğan “ne pahasına olursa olsun yıkacağız” diyerek barınma hakkına yönelik
saldırının startını vermekte, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş
ise “İstanbul'da 85 bin konut yıkılacaktır” diyerek milyonlarca insanın sokağa
atılacağını TV ekranlarından defalarca kez beyan etmektedir.
Bugüne
değin emekçilerin kanı canı pahasına oluşturulan bu mahalleler için,
patron-ağaların rant alanlarının daralmaya başlaması ve büyümekte olan
toplumsal hoşnutsuzluğun ilerde başlarına yeni ve daha büyük belalar açmasından
duydukları korkuyla sistemli ve sinsi planlar hazırlanmakta; emekçi semtlerin
insanlarıyla birlikte tasfiye edilmesi hedeflenmektedir.
Yerel
yönetimler tarafından sunulan planların hiçbirinde evleri yıkılarak açıkta
kalacak insanların ne olacağı, nerelerde ve nasıl yaşayacakları yer
bulmamaktadır. Yıkım saldırısına hedef olan insanların yok sayıldığı planlar
hazırlanmaktadır.
HANGİ
YALANLARLA YIKMAK İSTİYORLAR?
Yıkım
planları İstanbul'da çeşitli adlar altında ancak aynı amaca hizmet eder
biçimde; Maltepe'de E-5 Nazım İmar Planı, Gülsuyu-Gülensu'yu da kapsayan 7
emekçi semtin tasfiyesi, Aydost'ta “Okul arazisi işgali”, Armutlu'da
“Teknokent”, Alibeyköy'de “Dere Islahı”, Zeytinburnu'nda “deprem” vb.
gerekçelerle gerçekleştirilmek istenmektedir.
İstanbul'un
bütün emekçi semtlerine yıkım planları icat edilerek “kenti yenileyeceğiz”,
“ıslah edeceğiz” yalanıyla esasta emekçilerin, yoksul insanların yaşadığı
semtler, yıkım ve talan politikalarının hedefine oturtulmuştur.
Bina ve
arazi maliyetinin yok pahasına gittiği emekçi semtler; patron-ağaların yeni
karlı yatırım alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için emekçilerin
başlarını soktukları evlerinin yıkılması ve arsalarının patron-ağalara kusursuz
bir şekilde teslim edilmesi gerekmektedir.
Bununla
yetinmeyen hâkim sınıflar; insanların barınma sorunlarını çözmelerinin önüne
geçmek için yeni yasal düzenlemeler yapmakta, gecekondu yapanlara, buralara
hizmet götürenlere, konutunun yıkılmaması için direnenlere 5yıllarla ifade
edilen hapis cezaları tehdidi savurmakta, insanlar sindirilmeye, korkutulmaya
çalışılmaktadır.
BANKA
KREDİLİ, İPOTEKLİ MORTGAGE
Mortage
Yasası Ne Diyor?
Son
dönemlerde televizyonlarda, gazetelerde, kısaca hemen hemen her yerde bir kredi
ve mortgage öyküsü anlatılmakta, propagandası yapılmaktadır. Yurtdışındaki
çeşitli örnekleri ballandıra ballandıra anlatılmakta, Almanya'da mortgage ile
ev sahibi olduğu söylenen Türkiye kökenli insanlar televizyonlara
çıkartılmaktadır. Bu sistemin ne kadar iyi ve yararlı bir şey olduğu bu insanlara
anlattırılmaya çalışılmaktadır. Mortgage ile gözümüzü boyamaya çalıştıkları
gerçekte nedir?
“Mortgage,
uzun yıllara yayılan banka kredileriyle, kişinin istediği evi kira öder gibi
satın alması ama taksitler bitene kadar evin, bankanın ipoteği altında olması
sistemine verilen addır.”
bu
sistemin şartlarından birisi; ev sahibi olmak isteyen kişilerin düzenli bir işe
ve düzenli bir gelire sahip olmasıdır. Örneğin bir işçi, eğer geliri düzeyde
ise almak istediği evi bankaya ipotek ettirerek, aldığı banka kredisini 15-20
yıla yayılan taksitlerle geri ödemektedir. En ufak geri ödeme gecikmesinde ise
ücrete, eşyalara konulan hacizlerle banka verdiği krediyi geri tahsil
etmektedir. Bunlar da yetmezse işte o zaman eve el koyma yöntemine gitmektedir.
Gecekondularda
yaşayan insanların kaç tanesi bu sistemle ev sahibi olabilir? Asgari ücretin
350 milyon civarında olduğu, açlık sınırının 1 milyara yaklaştığı yoksulluk
sınırının bir milyar beş yüz milyona dayandığı bir ülkede kaç emekçi bu
sistemle ev alabilir, taksitleri sonuna kadar zamanında ödeyebilir?
Emekçilere,
tek seçeneğin yıkım kararı bulunan ve eninde sonunda yıkılacak olan bir evde
yaşamak zorunda olmadıklarının mesajı verilmekte ve tercih noktası yapılmaya
çalışılmaktadır. Emekçi semtlerdeki yıkım planlarıyla birlikte piyasaya sürülen
mortgage, yıkım kararları karşısında insanların çaresizce yönelebilecekleri bir
alternatif olarak gösterilmeye çalışılmakta ve yıkıma karşı direnci kıran bir
işlev görmesi misyonu yüklenmektedir.
“KENTSEL
DÖNÜŞÜM PLANI”NDAN ANLAMAMIZ GEREKENLER
Türk
hâkim sınıflarının temsilcisi AKP hükümetinin yoksulluğu ve yıkımı
derinleştirecek saldırı planlarında açık ki 20-30 yıl süresince yıkılması
düşünülen mahallelerde yaşayan emekçiler düşünülmemiş, insanların yarınlarının
ne olacağı hesap edilmemiştir. Hesap edilen ve uygulanmaya başlayan emekçilerin
oturdukları gecekondu mahallelerinden tasfiye edilmesi ve buraların yeni rant
alanları olarak patron-ağalara peşkeş çekilmesidir.
Yapılan
imar planlamasında yıkılması düşünülen semtlerin nüfuzu azaltılmak istenmekte,
emekçiler adeta sürgün edilmektedir. Birçok semtte % 50'ye varan oranda nüfus yıkımla
birlikte tasfiye edilmekte ve emekçiler bir nevi başka semtlere zorunlu olarak
göç ettirilmektedir.
Bu yıkım
ve talan planı barınma hakkına yönelik geliştirilen bir saldırıdır. Konut
sahiplerini yerinden ettiği gibi buralarda yaşamak zorunda olan kiracılar da bu
saldırılardan nasibini almaktadır.
Çünkü
buralar yoksulluk içinde yaşayan kiracıların ucuz kiralık yer buldukları
semtler ve mahallelerdir.
“PARÇALA,
ÖYLE YIK” PLANINI BOŞA ÇIKARALIM!
“kentsel
Dönüşüm Planı” olarak sunulan plan emekçilere ve yoksullara yıkım dayatmaktan
başka bin anlam içermemektedir. Bu planın bir saldırı planı olarak yoksul halka
dayatıldığı bugün açısından yıkımın hedefindeki kitleler tarafından asgari
olarak görülebilen bir olgudur. Birçok emekçi semtte yıkım kararlarının
ulaşmasıyla birlikte bir hareketlilik yaşanmış ve tavırlar geliştirilmiştir.
Emekçi semtlerde saldırının mahiyetinin kitlelere açıklandığı panel ve
seminerler, bildiri dağıtımı ve halk toplantıları yapılmış, demokratik tepkini
gereği olarak basın açıklamaları gerçekleştirilmiştir. Bazı mahallelerde hukuki
süreç devam etmektedir. Yıkım kararlarıyla birlikte emekçiler mevcut plana
karşı mücadele yöntemleri geliştirmeye ve uygulamaya başlamışlardır.
Bu
mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi ve niteliğinin yükseltilmesi ise bir
zorunluluktur. Yıkımlara karşı mücadelenin başarı kazanmasının en temel yanı
örgütlü bir karşı koyuşun gerçekleştirilmesinde yatmaktadır. Saldırı mutlaka
örgütlü bir şekilde göğüslenmek ve yıkım saldırısının hedefindeki kitleleri
kapsamak zorundadır.
Yıkımların
parça parça lokalleştirilerek büyük tepkiler almadan yapılmak istenmesi
“parçala, öyle yık” politikasının izlenmesi örgütlü hareket edilmesini daha da
zorunlu kılmaktadır. Yıkımlara karşı direnişlerin lokal ve uzun zamana
yayılması ilerde daha büyük yıkım saldırıları karşısında emekçi semtlerde ortak
direnişlerin örgütlenmesini ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Bugünden yıkımlara
karşı emekçi semtlerin örgütlü birliği yaratılmalı, bu doğrultuda atılan
adımlara somutluk kazandırılmalıdır.
YIKIM
SALDIRISINA KARŞI BİRLEŞELİM, ÖRGÜTLENELİM!
Son
süreçte sıkça sözü edilen“Kentsel Dönüşüm Planları” gereği emekçilerin yoğun
olarak yaşadığı semtler istimlâk ederek patron-ağalara peşkeş çekilmek
istenmekte; emekçilere ise yoksulluk açlık ve evsizlik vaat edilmektedir.
Direnişlerle, şehitler verme pahasına kurulan emekçi setler, halk düşmanı AKP
hükümeti tarafından “halkçı” politikaların gereği olarak yıkılmak
istenmektedir.
Devrimcilerin
komünistlerin yoğun desteğiyle kurulan 1 Mayıs Mahallesi, Gülsuyu, Alibeyköy,
Aydos, Armutlu, Kâğıthane, Okmeydanı ve daha onlarca mahalle yıkılmak istenerek
yoksul emekçi semt halkı evsizlikle terbiye edilmek istenmektedir.
Savaş
görüntüsünü andıran, İsrail siyonizminin Filistin halkına zulmünü aratmayacak
şekilde, panzerlerle, iş makineleriyle ve polis ablukasıyla yapılan yıkım
saldırısına karşı emekçi yoksul halkın meşru direnişi boy vermektedir. Meşru
savunma araçlarıyla saldırıya karşı konulmaktadır.
Barındırdığı
potansiyelle birlikte devrimci çalışma alanları olan emekçi semtlere yönelik
geliştirilen yıkım saldırısına karşı gelişin direniş yeni bir mevzi olmaya
adaydır.
Halkın
çıkarlarını temsil etmeyenlerin emekçi semtleri yağmalama, peşkeş çekme
saldırılarına karşı tek yol meşru savunma araçlarını kullanarak direnmek ve
dayanışmayı büyütmektir.
Emekçilerin,
yoksul halkın dayanışmasını yükselterek, saldırıya karşı örgütlü bir karşı
koyuş koymaları saldırıyı püskürtmenin tek geçerli yoludur. Saldırının kaynağı
işsizliği, yoksulluğu, açlığı, hastalığı, baskıyı, işkenceyi, hapishaneyi reva
görenlerle aynıdır. Direniş damarımız, bizleri bu direnişte yan yana, omuz
omuza durmaya iten nedenler saldırının devrimden çıkarı olan emekçi yığınlara
yapılmış olmasıdır. Bu saldırıya karşı direnişimiz bizleri sömürücü hakim sınıflar
karşısında daha örgütlü bir karşı koyuşu gerçekleştirmeye doğru itmeli,
birliğimizi ve dayanışmamızı güçlendirmelidir. Politik iktidar mücadelesinde,
iktidara bir adım daha yaklaşma bilinciyle yıkımlara karşı direnişi
yükseltelim, emekçi yoksul halka zulmü reva görenlere halkın örgütlü gücünü ve
hesap soruculuğunu gösterelim.
Ağustos 2005 Broşür - Partizan