30 Haziran 2012 Cumartesi

Afet yasası: Bu yasanın tek amacı yıkmak

25 Mayıs 2012 sendika.org
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun geçen hafta mecliste kabul edildi. Doğrudan AKP tarafından hazırlanan yasa, deprem korkusunu kendisine dayanak yaparak milyonlarca yoksulun evini yıkmayı planlıyor. BM Habitat Danışmanlar Grubu Üyesi Cihan Uzunçarşılı Baysal ve Tozkoparan Mahalle Derneği'nden Ömer Kiriş’le yasayla beraber yürürlüğe girecek yıkım planını ve yasaya ruhunu veren hükümet politikalarını, kent ve barınma hakkı mücadelesini konuştuk.

Cihan Uzunçarşılı Baysal: Yıkım odaklı, yasalar üstü bir yasa

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun geçtiğimiz hafta TBMM’de kabul edildi. Yasa hakkında neler söylenebilir?

Yasanın kapsamı, adından da anlaşılacağı üzere, afet riski altındaki alanlar. Ancak, detaylı incelendiğinde öne çıkan afet, deprem oluyor. Daha önce yoksulluk kriminalleştirildi, tüm gecekondu mahalleleri terörist, ucube, tehlikeli ilan edilerek dönüşüm projelerine meşruiyet inşa edildi; şimdi de deprem tehdidi araçsallaştırılmakta. Ekonominin çarkları artık arazi rantı üzerinden döndüğünden, amaç elbette rant için mekana müdahale, yoksa depreme ya da diğer afetlere karşı önlem almak gibi bir dert yok. Van Depremi geldi, orada afet yönetimi çöktü ama ne tuhaf, deprem ile rant projelerine yeni ve çok daha etkili bir meşruiyet bulundu işte, hepimizin paranoyası kullanılmakta, ‘2014’te deprem olacak’. Nereden biliyorsun?
Bir de çok enteresan, yasa çıktı, 48 saat sonra İstanbul başta olmak üzere bir sürü kent sele teslim oldu. E-5’te arabalar selin içinde yüzdü, televizyonlarda gördük. Yasada siz yolları nasıl yapacaksınız, dereleri nasıl ıslah edeceksiniz veya Karadeniz’de başımıza sık gelen, heyelan gibi bir sürü afet var bunlara dair ne yapacaksınız? Hiçbir şey yok.

İnşaat Mühendisleri Odası raporuna göre birinci ve ikinci derece deprem bölgelerini de içine aldığımızda Türkiye’nin yüzde 92’si deprem riski altında. Bu ne demek, deprem riski adı altında her yerde rant projeleri yapılabilir artık demek.

Bu biraz felaket kapitalizmi kavramını hatırlatıyor.
Evet Naomi Klein, New Orleans sel felaketi ertesinde toplu konutlarda oturanların yerlerinden edilerek, buraların lüks inşaatlara açılmasını ve Sri-Lanka’da girişimcilere fırsat sunan tsunami ile sahilin lüks otellerle donatılmasını sayar.

Van depremi aslında iktidarın ne kadar yetersiz olduğunun, ne kadar atıl kaldığının göstergesidir. Çünkü hükümet yetişemedi. Başbakan kendi itiraf etti, “İlk gün başarılı olamadık” dedi. Ama başarılı bir şekilde deprem paranoyasını kullandı afet yasasını yaptı getirdi önümüze koydu. Çık çıkabilirsen içinden.

Örneğin İstanbul için bir acil eylem planı yapılıyor 2001’de. Her ilçede bir tane çadırkent alanı saptanıyor. Toplum İçin Şehircilik Hareketi, Van depremi ertesinde, çadırkent alanlarını haritada tespit ederek bugün o alanlarda ne var inceliyor. Ne var biliyor musunuz? Ya bir rezidans ya bir AVM ya da çok katlı bina. Hatta Zeytinburnu’nda, Sultanahmet Camii’nin arkasından çıkan o ucube bloklar da çadırkent alanına yapılmış. Şimdi siz buradan bu yerel yönetimlerin, bu iktidarın bu işte ne kadar samimi olduğunu düşünün.

Böyle ciddi bir yasa, oturulup kentlilerle, şehir plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri ve ilgili odalarla, sivil toplumla, uzmanlarla tartışılarak çıkarılır. Ciddi olarak kentlerin elden geçirilmeleri gerek, doğal afetler her zaman tehdit. Ama bu şekilde “Yaptım oldu” yasa olmaz ki!

Peki bu yasa kentler için, konut sahipleri için ne getiriyor?
Yasayı nereden tutarsak tutalım sakıncalı. En başta, “riskli alanların” ve “riskli yapıların” belirlenmesi ile ülkenin tüm afet riskli alanlarında var olan yapıların “iyileştirilmesi”, “tasfiyesi” ve “yenilenmesi” yetkisi tek mercide, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda toplanıyor. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek TOKİ’den ve idareden isteyebilir diyor ama hemen ardından verilen süre içinde bu tespitler yapılamadığı takdirde, Bakanlıkça yapılır veya yaptırılır diyor.
Binalar açısından, binanız sağlam olsa bile, binanın bulunduğu yerdeki diğer binalar riskliyse, senin binan da yıkılabilir. Proje bütünlüğü uğruna sağlam binalar da yıkılacak. Bu kadar yıkımı kentler nasıl kaldıracak? Yasada mesela anlaşmaya da yer verilmiş gözüküyor ama hemen ardından belli bir süre içinde anlaşma olmazsa kamulaştırma diyor.

Ayrıca, neye göre o riski tayin edecek, yıkım mı güçlendirme mi nasıl saptanacak, bunların nasıl belirleneceğine dair hiçbir şey yok. 5366 ya da 5393 Md.73’e baktığımızda da yenileme alanı/ dönüşüm alanı ilanlarında mesela, son derece muğlâk kavramlar vardır. Hâlbuki yasalar detaylı ve açıklayıcı olmalıdır ki o yasa haksız bir yasa olmasın. Şimdi burada neye göre afet riski alanı ilan ettin? Aynı bu genel geçer tanımı yenileme alanlarında da gördük. Ranta göre yenileme alanı ilan ediliyor, afet riski adı altında da aynısı olacak.

Yasa hukuki olarak da sıkıntılı o zaman. Hem hazırlanışı hem de konut sahiplerine tanıdığı hukuki haklar bakımından değerlendirecek olursak neler söyleyebiliriz
Bu yasayı alsınlar, hukuk fakültelerine götürsünler, bir yasa nasıl yapılmaz, nasıl adil olmayan felaket, ucube bir yasa yapılır örneği olarak okutsunlar, derim. Çünkü yasa, hukukun ruhuna da aykırı. İdareye karşı çıkış hakkımızı kaldırıyor. İdarenin yaptığı uygulamalara karşı benim en doğal hakkım olan kanuni yollara başvurmaktır, yürütmenin durdurulmasıdır. Bunları kapatıyor bir defa. İtiraz hakkım yok. Evine, kurul “güvenli değil” dediğinde “Hayır benim evim güvenilir, riski yoktur” ispatı için şansın yok. Sadece biçilen değer üzerinden itiraz hakkın var. Bu bedel rayiç bedel üzerinden belirleniyor. Emlak vergisi üzerinden yani son derece vahim bir şey. Ne kadar düşük bir bedel olduğunu düşünürsek aradaki rantın kime gideceğini, şirketlere nasıl aktarılacağını düşünürsek son derece vahim bir şey.

Şimdi burada evi yıkılacak olan bir vatandaş, yıkımı istemezse, yıkıma karşı çıktığı zaman da devreye Türk Ceza Kanunu (TCK) giriyor. Poşu taktın TCK, karşı çıktın TCK, evini korudun TCK, TCK’ya bayılıyorlar. Karşı duran vatandaş değil sadece, onun yanında duran, barınma hakkı mücadelesi veren, barınma hakkı savunucuları, konuyla ilgili çalışan tüm örgütler herkes topun ağzında.

Uluslararası insan hakları mevzuatı açısından baktığınızda, barınma hakkı mekanizmaları açısından baktığınızda kabul edilemeyecek bir yasa bu. En basiti, işte anlattım, karşı çıkma meselesi bile söz konusu değil. Anayasa olsun, yasalar olsun ve tabii ki taraf olduğumuz tüm sözleşmeleri ve anlaşmaları da tamamen ayaklar altına alan bir ucube yasa. Yani neresinden tutsan dökülüyor. O nedenle bizim de bazı girişimlerimiz oldu. Kent Hareketleri olarak ön ayak olduk Mimarlar Odası’nın katkılarıyla yasayı tercüme ettirip Birleşmiş Milletler Konut Hakkı Özel Raportörü’ne yolladık. Ayrıca çağrı yaptığımız mahalle dernekleri, akademisyenler, mimarlar odasından ve şehir plancıları odasından arkadaşlarımız da çekincelerini yazdı bunları da Raportör istedi ve ilettik. Konut Hakkı Raportörü'nün gayrı resmi bir sayfası var. 'Housing is a human right', diye. Bu sayfadaki Türkiye bölümünde yasanın tercümesi ve altında da bizim eleştirilerimiz yer alıyor.

Yasanın kent planını denetleyebilecek başka bir yasa var mı, yani bu yasayı durdurabilecek yasal bir durum var mı?
Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz deniliyor ama yasayı durduracak bir başka yasanın olduğunu sanmıyorum. Bu yasanın şöyle bir özelliği de var, uygulandığı alanlardaki diğer yasaların hükmünü kaldırılıyor. Hegemonik bir yasayla karşı karşıyayız. İşte daha önce de söyledim. “Bu yasayı götürsünler hukuk fakültelerine ‘bir yasa nasıl olmaz’ diye ders olarak göstersinler.”

İşin tabi bir de şu boyutu var: Siz hukuku araçsallaştırıp idarenin belirli haksızlıklarına karşı hukuk yolunu kapattığınız zaman şiddeti meşrulaştırırsınız. Bunu çok ciddi olarak hükümetin ve herkesin külahını önüne koyarak düşünmesi lazım. İnsanlar evlerini koruma derdine düşecek. Biz bunlar daha önce yaşamadık mı, gecekondu yıkımlarında. Çocuklarını atmak isteyen, kendilerini öldürmek isteyen insanları gördük. Ciddi nedeni olmadan bu kadar insanın zorla tahliyesi düşünülüyorsa, bu gerçek de göz önüne alınmalı.

Peki sizce hükümet neden böyle bir yasa çıkarma ihtiyacı duydu?
Amaç ekonominin çarkını döndürmek. Şehircilik Bakanı bunu kendi ağzıyla itiraf etti zaten. Afeti bahane ederek bir rant yaratılıyor. Depremi çok önemsemiş bir yürütme olsaydı biz deprem için toplanan paralarla duble yollar yapılmayıp çadırlar alındığını görmez miydik? Van depreminde yaşadık bunları. Ciddi olunsaydı AKP’nin seçim broşürlerinde çılgın projeler görmezdik de ne görürdük? Depreme karşı neler yapılacağını görürdük. Resmi binaların okulların hastanelerin nasıl elden geçirileceğini görürdük. Geçen gün hocalardan biri söyledi mesela doğalgaz kutuları son derece tehlikeli deprem durumunda -depremden kurtuldun bir de yangından kurtulacaksın- bunların elden geçirildiğini görürdük. Hükümet kendi vazifesini yapmadan tamamen sağlam binayı yıkmak üzerine plan yapıyor. Bu yasanın tamamen ranta yönelik olduğu o kadar belli ki.

Bunları söylediğimizde de şununla suçlanıyoruz. “Siz, insanların evleri başına yıkılsın ölsün mü istiyorsunuz?” Oysa biz ne diyoruz, çözüm olarak yerinde iyileştirme, sağlamlaştırma yapsın. Yıkıma gerek kalmayan evler elden geçirilsin. Ancak gerçekten yıkılması gerekenler tespit edilsin ve onlara da ucuz kredi olanağı verilsin. Sosyal devlet bu değil midir?

Yasa uygulamaya geçildikten sonra birçok alan dönüşüm alanı ilan edilecek ve şantiyeler açılacak, inşaat süreci başlayacak, nasıl bir manzarası çıkacak karşımıza?
Onu hepimiz merak ediyoruz. Yasaya göre, rezerv alanları kurulacak belli bölgelere, devlet arazileri üzerine. Telaffuz edilen rakam da bir tuhaf. Şu kadar binanın elden geçirilmesi lazım deniyor, milyonlarca bir nüfus. Bunu nasıl yapacaksın?

Yasada şöyle bir şey var: “Kira yardımı yapılabilir” diye bir yuvarlak laf. Yani yıkılan binalardaki kişilere mutlaka kira yardımı yapacak mısın? Belli değil bu. Bir de “sosyo ekonomik durumlarına göre” diye bir laf var. Şimdi bu sosyo ekonomik durumlarına göre lafının hiç kaale alınmadığını Ayazmalı kiracıların TOKİ’ye açtığı, davadan biliyoruz. Kiracılar sonunda hak sahibi yapıldı ancak peşinatları ödeyemediler ve haklarını kaybettiler. 5793 geçici 6. Madde: “Dönüşüm bölgelerinde verilen evler, insanların sosyo ekonomik durumlarına göre saptanır” der. Bunu ona göre saptıyorsa Ayazmalıların ödeyemeyeceği görülüp koşullar ona göre saptanmalıydı. Dönüşüm alanlarında yeniden iskân edilen nüfuslar, taksitlerini ödeyemiyorlar, biliyoruz. En son Kadifekale’yi duyduk. Ayazma’dan, Sulukule’den biliyoruz. Yasada var ama ödeme kısmında işlemiyor, görüyoruz. Böyle bir durumda, “Kira yardımı yapılabilir”, “Sosyo ekonomik durumuna göre konut yapılabilir” dendiğinde nasıl güveneceğiz? Yuvarlak laf olmaz ki. Böyle nerden tutsan kendine yarayacak şekilde tam bir kurnazlık var yasada. Bu kadar evi yıkacaklar, nasıl yapacaklar, insanları ne yapacaklar? Merakla bekliyoruz.

Yasaya dayanarak acele kamulaştırmalar da olacak. Vatandaş, verilen sürede evlerini boşaltmazsa acele kamulaştırma yapacaklar. Acele kamulaştırma nedir, nerelerde kullanılır?
Sadece savaş ve çok büyük afet şartlarında kullanılır. Ama acele kamulaştırma Sulukule’de kullanıldı, Mersin Akdeniz Belediyesi’ne bağlı üç mahallede de kullanıldı. Acele kamulaştırma, bağlamından kopartılarak uygulanmakta. Olmaz ki! Sulukule de, diğerleri de savaş alanı değil, afet alanı değil. Sulukule’nin jeolojik raporları da var, son derece zemini sağlam.
Tozkoparan Mahalle Derneği Başkanı Ömer Kiriş
Ömer Kiriş: 700 lira maaşla marka olunmaz
Yasa, hem kentler için hem de konut sahibi yurttaşlar için ne gibi değişiklikler getiriyor?

Şimdi bu kentsel dönüşüm projeleri için miladi bir şey. Yasadan önce yarım yamalak giden hukuki sistem, mülk sahipleri, kat sahipleri için bir şeyler verebiliyordu. Ama şimdi yasadan sonra artık tamamen hukukun rafa kaldırıldığı bir yaklaşımla bunu götürecekler ki kentler için de, yurttaşlar için de, hak sahipleri için de yasa tam bir felaket.

Yarım yamalak derken hükümet açısından mı?
Daha doğrusu sistem açısından, hükümet açısından değil yani bir söz vardır ya, zengin yaparsa kanunları suiistimal olur, yoksul yaparsa hırsızlık olur diye. Olay bu. Şimdi çıkarılan yasa da zaten bu hep vurguluyorum. “Fakirden zengine sermaye aktarımıdır.”

Hukukun burada belirleyici olma şansı yok. Markalaşma var. Zaten kanunda açık açık diyor: “Marka şehir yapacağız” E bu marka şehir. 700 lirayla geçinen insanların marka olma şansı yok ancak, makara olur bu. Biz makara olmamaya gayret ediyoruz. Marka da olmayacağız makara da. Kentin gerçek sahipleri olacağız.

Yasada acele kamulaştırmadan bahsediyorlar, acele kamulaştırma nedir nerelerde kullanılır?
Acele kamulaştırma daha önceki yasada da vardı. Örneğin hastane yapılacak, hiç gözünün yaşına bakmaz ki bakılmaması da lazım. Yol yapılacak, okul yapılacak, bakılmaması lazım. Şimdi oralarda acele kamulaştırma yapılır. Ama şimdi sermaye aktarımını çabuklaştırmak için evleri o şekilde yapıyorlar. Yeni yasayla sana gelecek. “Evin depreme dayanıklı değil yık” diyecek. “Yıkmıyorsun ben araştıracağım” diyemiyorsun. O tür hakların yok. Sen yıkmadığın zaman senin malını kamulaştıracak. Acele kamulaştırma bu. Afete dayanıklı değil, yıkılması lazım diyor. Yıkılması lazım dediği anda kamulaştırma sürecine giriyor. Enkaz bedelini veya rayiç bedelini bankaya yatırıyor. Bankaya yatırdığı zaman kendisi yıkacak. Kendisi de yıkım bedelini, yıkım masrafını oradan alacak. Yani eğer evi tamamen enkazsa bir de ödeyememe durumu var.

Yıkılacak olan evleri kim belirleyecek
Belirledikleri kurullar. Üniversiteler ellerini ovuşturup bekliyor. Bu işin merkezinde biz olalım diye. Senatolarından kararlar çıkarıyorlar buralarda görev alalım bu işin mutfağında olalım diye. Örneğin Yıldız Teknik Üniversitesi, cemaatlerden rektörler hocalar. Kentsel dönüşümden parsa kapmak için bekliyorlar. Onların içinden birileri bu kurullarda olacaktır mutlaka.

Binaların sağlam olduğunu düşünün. Yasa diyor ki ben senin yeni yaptığın, bir yıl önce yaptığın evi de yıkarım. İtiraza hakkın yok. Örnek veriyorum: Bir alan çizdiler. Riskli alan dediler. İçinde TOKİ’nin bir iki yıl önce yaptığı evler de var. Ne olursa olsun yıkacak. Zaten orası genel bir projedir ve biz orada o projeyi uygulayacağız diyor.

Yıkıma karşı çıkanlar, istemeyenler olacaktır. Onlar için neler getiriyor bu yasa ne bekliyorlar?
Bir kere “yasaya karşıyım” dediğin anda kendini savcının karşısında bulacaksın. Yasada bu açıkça belirtilmiş. İki hukuk süreci yasa ile zaten tıkanıyor. Yani senin evin depreme dayanıklıysa bunu yıkmak istiyorsa yıkacak. Senin mahkemeye verme, yürütmeyi durdurma hakkın yok. Onları da elinden alıyor. Bunun adı faşizmindir, despotluktur. Eğer bir kanunu sokaktaki halk benimserse uygularsın, benimsemezse uygulayamazsın. Zaten bu kentsel dönüşüm demin de söylediğim gibi bir sermaye programıdır. Afet evet Türkiye’nin kaçınılmaz bir sorunu. Hepimiz birebir yaşadık afeti. 99 depreminde ben de yakınlarımı kaybettim. Burada hiç kimse yenilenmenin, önlem alınmasının karşısında değil.

Bir çevre dokusunu bozmayan, insanların barınma hakkını engellemeyin. Rant için değil insan için yapın. Ben yıllardır 5 katlı bir apartmanda oturmuşum şimdi sen beni 20 katlı bir apartmana sokamazsın. Oraya hapsedemezsin. Benim mahallemde metrekare başına düşen yeşil alan çok. Sen daha tehlikeli bölgeler varken niye benim mahallemi seçiyorsun. Bir tane çizik yok benim mahallemde. Ama kentsel dönüşüm rantın yüksek olduğu yerlerde uygulanıyor. Diyor ya “marka şehir” yapacağız. Ücra köşelerde rezidans yapmaz ama E-5’in kenarında yapar. Sadece İstanbul'da değil Türkiye’nin her yerinde böyle.

AKP bu yasayı neden çıkarma gereği duydu?
80 öncesi işçiler hakkları için mücadele ediyordu. Artık sosyal güvencesi olan işçilerin sayısı bile azalıyor bırak sendikayı. Bence artık gelir kaynakları azaldı. O nasıl telafi edilecek. Zamanında evlerini mahallelerini güzelleştirenlerin evlerini arazilerini almaya çalışıyorlar. Değil soymak sırtlarındaki atleti bile almaya çalışıyorlar. Bu yasa çıkacak ki sermaye aktarımı kolaylaşsın.