27 Haziran 2012 Çarşamba

Fetih, Makyavel ve Üçüncü Köprü

Fetih, Makyavel ve Üçüncü Köprü




13.06.2012 (birdirbir.org)
Geçtiğimiz ay sonuçlanan Üçüncü Köprü ihalesi birçok açıdan vahim sonuçlara gebe gözüküyor. İhale sürecini ele alıp Makyavel’in İstanbul seyahatine göz atıyoruz.
“Dev Projeler ve Risk: Hırsın Anatomisi” (Megaprojects and Risk: An Anatomy of Ambition) kitabında yazarlar Bent Flyvbjerg, Nils Bruzelius ve Werner Rothengatter dünyada yapılmış büyük projelerin şeceresini döker. Barajlardan metro hatlarına, otoyollardan büyük inşaat hamlelerine son elli yılın dökümünü çıkarırken çarpıcı bir sonuca ulaşırlar: Her 10 dev projenin 9′unda istisnasız dört somut tespit tekrar etmektedir.
Bunlar:
1- Azımsanmış maliyetler. Genelde yüzde elli bütçe açığı belirse de Boston tünel çalışmasında olduğu gibi yüzde 275 gibi oranlar hiç de nadir değildir.
2- Büyütülen gelirler. İngiltere ve Fransa arasında yer alan Eurotunnel açıldığı 1994 yılından bu yana henüz maliyetini karşılayamadı.
3- Küçümsenen çevresel ve insani etki. Hindistan’ın Narmada vadisindeki baraj projeleri bir milyon kişinin topraklarının su altında kalmasına ve büyük bir göç dalgasına neden oldu.
4- Abartılan bir iktisadi gelişim beklentisi. Büyük gelir sağlayacağı umulan Atina Olimpiyatları’nın ilk bütçesi 123 milyon avroydu. Sonuçta, kamu bütçesinden 11,5 milyar avro harcandı.
Yazar Flyvbjerg bu durumu Makyavel’in “dürüst ilkelere sahip insanların kanına girerek onlara istediğini yaptırabilen prensinin hinliğine” benzetiyor.
Yaklaşık 20 ayrı ülkede yüzlerce projeye bakan arşatırmacılar bu durumun iktisatçılar tarafından fark edilmemesinin imkansızlığına işaret ederek, ortama “müşterek bir yalan kültürünün” hakim olduğunu tespit ediyorlar. Bu örgütlü yalan da aslında iki vahim sonuca neden oluyor.
1- Daha önemli ve kamusal yarara sahip projelerin rafa kalkması.
2- Kamusal varlıkların ve kamu gelirlerinin büyük şirketlere aktarılması.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Üçüncü Köprü’nün, Makyavel’in Boğaziçi’ne ve İstanbul’un kuzey ormanlarına çöreklenmesinin aracı haline geldiğini görmek kolaylaşıyor. İhale sürecinin izini sürelim.
Önce hatırlayalım. Kuzey Marmara Otoyolu kapsamında 23 Ağustos 2011’de yapılması planlanan 3. köprü ihalesi, firmaların talepleri üzerine 10 Ocak 2012’ye ertelenmişti. Bu arada aday firmaların yükümlülükleri hafifletilse de, hükümetin de tahmin ettiği üzere, bu ihaleye teklif gelmedi. Bu gibi büyük yatırımlara finansman bulunmasının neredeyse imkansız olduğu, Avrupalı prekarya sendikacısı Alex Foti’nin Büyük Durgunluk (Great Recession) dediği iktisadi iklimde ihalenin iptal edilmemesi ya da ertelenmemesi bile yeterince şaşırtıcıydı.
Teklif gelmemesi üzerine yapılan açıklamalarla Üçüncü Köprü’nün de tıpkı nükleer santral sürecindeki gibi uluslararası anlaşmalar yoluyla gerçekleştirileceği duyurulmaya başlandı. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın açıkladığı “B Planı” buydu.
Ancak “B Planının”, ihaleye teklif gelmemesi üzerine kuyruğu dik tutmak adına yapılan spontane bir geçiştirme stratejisi olduğu kısa sürede anlaşıldı. İstikamet tez zamanda değişti; tekrar ihaleye çıkılacağı, hatta gerekirse köprünün kamu kaynaklarıyla yapılacağı duyuruldu. Yeni ihale tarihi 5 Nisan 2012 olarak açıklandı. Bu kez ihalenin kapsamı köprü geçişi ve bağlantı yolları ile sınırlı kaldı. Günlük araç geçiş güvencesi 135 bine çıkartıldı ve araç başı 3 dolarlık bedel tespit edildi. Bunun anlamı şu; köprüden hiç araç geçmese dahi devlet belirlenecek işletme süresince günlük 135 bin aracın geçiş ücretini şirkete ödeyecek. Ardından ihale bu kez de 20 Nisan 2012’ye ertelendi. Bu ertelemenin sebebi ise tez zamanda anlaşıldı. Meclis gündemine gelen bir yasa tasarısı bu gibi büyük ölçekli projelerde şirketlere KDV muafiyeti sağlıyordu. Büyük bir hızla yasalaşan tasarı 20 Nisan’a yetişti ve köprü projesi ‘al da at’ dercesine şirketlere paslandı.
Nihayet 20 Nisan’da beş ortaklık ihaleye teklif verdi. Bu tekliflerden birisi kabul edilmezken, köprü ayaklarını denizde inşa etmeyi öneren bir ortaklık da ihale dışı bırakıldı. Böylece üç ortaklık arasında kalan ihalenin sonucu manidar bir tarihte, Fetih kutlamalarının yapıldığı 29 Mayıs’ta açıklandı. İhale sonucuna göre, 3 yıllık yapım süreci de dahil olmak üzere 10 yıl, 2 ay, 20 günlük işletim süresi teklif eden İçtaş-Astaldi ortaklığı piyangoyu kazandı. Grubun şimdi daralan kredi piyasasından yatırım için ucuz finansman bulması gerekiyor.
Ayrıca grubun teklifi, ihaleyi kazanamayan şirketler tarafından ‘çılgın’ bulundu. ‘Çılgınlıkları’ seven Başbakan tarafından güzergahı bizzat belirlenen köprünün, aynı Başbakanın ‘çılgın’ nidaları arasında açıkladığı Kanalistanbul ve iki yeni şehir projesi ile bağlantısını bilenler için bu çıkış tebessüm yaratsa da, yapılan hesaplar şirketin ihaleden bu işin karlı çıkmamasının neredeyse imkansız olduğunu ortaya koydu. Zira kamuoyunda sadece köprü geçişi için verilen ücret taahhüdü bahis konusu edilse de 113 kilometrelik bağlantı yolları için de yine günlük 135 bin araç için araç başı 8 dolar taahhüt edilmişti.
Hatırlayalım, ilk ve ikinci köprülerde olduğu gibi, Üçüncü Köprü’de de, projeye muhalefet edenlere karşı ilk dile getirilen savunma cümlesi ‘Ama bu köprü transit trafik için kullanılacak”dı. Peki transit trafiğin toplam trafikte payı nedir diye sorulursa, rakamın %2,5 ile 3 arasında değiştiğini belirtelim. Mevcutta iki köprüden yıllık toplam 150 milyon araç geçtiğini göz önünde bulundurursak günlük transit araç sayısı en fazla 12 bin gibi bir rakama tekabül ediyor. Bu hesap da bize Üçüncü Köprü ve bağlantı yollarının gerçekten de kamu kaynaklarıyla yapılmakta olduğunu gösteriyor.
3 yıllık yapım sürecini dışarıda tutarsak, kalan 7 yıl içinde, ihaleyi alan şirketler grubuna yaklaşık 6 milyar dolar para aktarılmış olacak. Aynı tutarla 150 kilometre metro sistemi inşa edilebileceği ise ortalama inşaat maliyeti hesaplarından rahatlıkla çıkarılabiliyor. İstanbul’da mevcut metro hattı uzunluğunun 30 kilometre olduğunu hatırlarsak, bu kaynağın metro yapımına aktarılmasıyla toplamda Paris metro hattının uzunluğuna yaklaşan bir metro ağının kurulabileceği de ortaya çıkıyor.
Köprüden geçen araç başına insan sayısı gitgide düşerken, kent içi ulaşımın bu eğilime teslim edilmesi oldukça ‘çılgın’ geliyor kulağa. Her köprünün bir sonraki köprüyü doğuracağı söylemi ise artık göz önüne bile alınmıyor. Zira Başbakan “gerekirse” 4. ve 5. köprülerin de yapılacağını beyan etti. Başbakanın doğru söylediğini köprü bağlantı yollarının işlendiği imar plan değişikliğinden anlayabiliyoruz. Bu plan değişikliği dikkatle incelendiğinde Sarıyer-Anadolu Kavağı ve Tarabya-Yalıköy arasında köprü geçişine imkan sağlayacak yolların plana işlenmiş olduğunu görülüyor.
İstanbul’un ulaşım planlarında yer almayan, Büyükşehir Belediyesine bağlı İstanbul Metropoliten Planlama ve Tasarım Merkezi’nde hazırlanan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında öngörülmeyen ve ÇED’den de muaf tutulan 3. köprü projesinin ilintili olduğu başka bir büyük proje olan Gebze-İzmir Otoyolu içinse yakın zamanda Danıştay’dan yürütmeyi durdurma kararı geldi. Hem de Üçüncü Köprü gibi ÇED sürecinden muaf tutulduğu için.
Gerek diğer şirketlerin maliyet hesabı üzerinden, ihaleyi kazanan teklifin uygulanamaz olduğunu söylemeleri, gerek benzer muafiyetlerle bezenmiş projelere ilişkin çıkan yürütmeyi durdurma kararları, gerekse finansman bulmanın zor olduğu çorak bir ekonomik iklim içerisinde bulunduğumuzdan köprüye ilişkin tartışmaların devam edeceği görülüyor. Ancak meseleyi bir köprü ve ulaşım tartışmasından çıkarıp, 2B yasası, Afet yasası, çılgın projeler ve genel olarak inşaat sektörü güdümlü bir büyüme modeli üzerinden tartışmak elzem gözüküyor.
Gökhan Bilgihan
İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi