| 
13.06.2012 (birdirbir.org) 
Geçtiğimiz ay sonuçlanan Üçüncü
  Köprü ihalesi birçok açıdan vahim sonuçlara gebe gözüküyor. İhale sürecini
  ele alıp Makyavel’in İstanbul seyahatine göz atıyoruz. 
“Dev Projeler ve Risk: Hırsın
  Anatomisi” (Megaprojects and Risk: An Anatomy of Ambition) kitabında yazarlar
  Bent Flyvbjerg, Nils Bruzelius ve Werner Rothengatter dünyada yapılmış büyük
  projelerin şeceresini döker. Barajlardan metro hatlarına, otoyollardan büyük
  inşaat hamlelerine son elli yılın dökümünü çıkarırken çarpıcı bir sonuca
  ulaşırlar: Her 10 dev projenin 9′unda istisnasız dört somut tespit tekrar
  etmektedir.Bunlar: 
 
1- Azımsanmış maliyetler. Genelde
  yüzde elli bütçe açığı belirse de Boston tünel çalışmasında olduğu gibi yüzde
  275 gibi oranlar hiç de nadir değildir. 
2- Büyütülen gelirler. İngiltere
  ve Fransa arasında yer alan Eurotunnel açıldığı 1994 yılından bu yana henüz
  maliyetini karşılayamadı. 
3- Küçümsenen çevresel ve insani
  etki. Hindistan’ın Narmada vadisindeki baraj projeleri bir milyon kişinin
  topraklarının su altında kalmasına ve büyük bir göç dalgasına neden oldu. 
4- Abartılan bir iktisadi gelişim
  beklentisi. Büyük gelir sağlayacağı umulan Atina Olimpiyatları’nın ilk
  bütçesi 123 milyon avroydu. Sonuçta, kamu bütçesinden 11,5 milyar avro
  harcandı. 
Yazar Flyvbjerg bu durumu
  Makyavel’in “dürüst ilkelere sahip insanların kanına girerek onlara
  istediğini yaptırabilen prensinin hinliğine” benzetiyor.  
Yaklaşık 20 ayrı ülkede yüzlerce
  projeye bakan arşatırmacılar bu durumun iktisatçılar tarafından fark
  edilmemesinin imkansızlığına işaret ederek, ortama “müşterek bir yalan
  kültürünün” hakim olduğunu tespit ediyorlar. Bu örgütlü yalan da aslında iki
  vahim sonuca neden oluyor. 
1- Daha önemli ve kamusal yarara
  sahip projelerin rafa kalkması. 
2- Kamusal varlıkların ve kamu
  gelirlerinin büyük şirketlere aktarılması. 
Bu açıdan değerlendirildiğinde
  Üçüncü Köprü’nün, Makyavel’in Boğaziçi’ne ve İstanbul’un kuzey ormanlarına
  çöreklenmesinin aracı haline geldiğini görmek kolaylaşıyor. İhale sürecinin
  izini sürelim. 
Önce hatırlayalım. Kuzey Marmara
  Otoyolu kapsamında 23 Ağustos 2011’de yapılması planlanan 3. köprü ihalesi,
  firmaların talepleri üzerine 10 Ocak 2012’ye ertelenmişti. Bu arada aday
  firmaların yükümlülükleri hafifletilse de, hükümetin de tahmin ettiği üzere,
  bu ihaleye teklif gelmedi. Bu gibi büyük yatırımlara finansman bulunmasının
  neredeyse imkansız olduğu, Avrupalı prekarya sendikacısı Alex Foti’nin Büyük
  Durgunluk (Great Recession) dediği iktisadi iklimde ihalenin iptal edilmemesi
  ya da ertelenmemesi bile yeterince şaşırtıcıydı. 
Teklif gelmemesi üzerine yapılan
  açıklamalarla Üçüncü Köprü’nün de tıpkı nükleer santral sürecindeki gibi
  uluslararası anlaşmalar yoluyla gerçekleştirileceği duyurulmaya başlandı.
  Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın açıkladığı “B Planı” buydu. 
Ancak “B Planının”, ihaleye teklif
  gelmemesi üzerine kuyruğu dik tutmak adına yapılan spontane bir geçiştirme
  stratejisi olduğu kısa sürede anlaşıldı. İstikamet tez zamanda değişti;
  tekrar ihaleye çıkılacağı, hatta gerekirse köprünün kamu kaynaklarıyla
  yapılacağı duyuruldu. Yeni ihale tarihi 5 Nisan 2012 olarak açıklandı. Bu kez
  ihalenin kapsamı köprü geçişi ve bağlantı yolları ile sınırlı kaldı. Günlük
  araç geçiş güvencesi 135 bine çıkartıldı ve araç başı 3 dolarlık bedel tespit
  edildi. Bunun anlamı şu; köprüden hiç araç geçmese dahi devlet belirlenecek
  işletme süresince günlük 135 bin aracın geçiş ücretini şirkete ödeyecek.
  Ardından ihale bu kez de 20 Nisan 2012’ye ertelendi. Bu ertelemenin sebebi ise
  tez zamanda anlaşıldı. Meclis gündemine gelen bir yasa tasarısı bu gibi büyük
  ölçekli projelerde şirketlere KDV muafiyeti sağlıyordu. Büyük bir hızla
  yasalaşan tasarı 20 Nisan’a yetişti ve köprü projesi ‘al da at’ dercesine
  şirketlere paslandı. 
Nihayet 20 Nisan’da beş ortaklık
  ihaleye teklif verdi. Bu tekliflerden birisi kabul edilmezken, köprü
  ayaklarını denizde inşa etmeyi öneren bir ortaklık da ihale dışı bırakıldı.
  Böylece üç ortaklık arasında kalan ihalenin sonucu manidar bir tarihte, Fetih
  kutlamalarının yapıldığı 29 Mayıs’ta açıklandı. İhale sonucuna göre, 3 yıllık
  yapım süreci de dahil olmak üzere 10 yıl, 2 ay, 20 günlük işletim süresi
  teklif eden İçtaş-Astaldi ortaklığı piyangoyu kazandı. Grubun şimdi daralan
  kredi piyasasından yatırım için ucuz finansman bulması gerekiyor. 
Ayrıca grubun teklifi, ihaleyi
  kazanamayan şirketler tarafından ‘çılgın’ bulundu. ‘Çılgınlıkları’ seven
  Başbakan tarafından güzergahı bizzat belirlenen köprünün, aynı Başbakanın
  ‘çılgın’ nidaları arasında açıkladığı Kanalistanbul ve iki yeni şehir projesi
  ile bağlantısını bilenler için bu çıkış tebessüm yaratsa da, yapılan hesaplar
  şirketin ihaleden bu işin karlı çıkmamasının neredeyse imkansız olduğunu
  ortaya koydu. Zira kamuoyunda sadece köprü geçişi için verilen ücret taahhüdü
  bahis konusu edilse de 113 kilometrelik bağlantı yolları için de yine günlük
  135 bin araç için araç başı 8 dolar taahhüt edilmişti. 
Hatırlayalım, ilk ve ikinci
  köprülerde olduğu gibi, Üçüncü Köprü’de de, projeye muhalefet edenlere karşı
  ilk dile getirilen savunma cümlesi ‘Ama bu köprü transit trafik için
  kullanılacak”dı. Peki transit trafiğin toplam trafikte payı nedir diye
  sorulursa, rakamın %2,5 ile 3 arasında değiştiğini belirtelim. Mevcutta iki
  köprüden yıllık toplam 150 milyon araç geçtiğini göz önünde bulundurursak
  günlük transit araç sayısı en fazla 12 bin gibi bir rakama tekabül ediyor. Bu
  hesap da bize Üçüncü Köprü ve bağlantı yollarının gerçekten de kamu
  kaynaklarıyla yapılmakta olduğunu gösteriyor. 
3 yıllık yapım sürecini dışarıda
  tutarsak, kalan 7 yıl içinde, ihaleyi alan şirketler grubuna yaklaşık 6
  milyar dolar para aktarılmış olacak. Aynı tutarla 150 kilometre metro sistemi
  inşa edilebileceği ise ortalama inşaat maliyeti hesaplarından rahatlıkla
  çıkarılabiliyor. İstanbul’da mevcut metro hattı uzunluğunun 30 kilometre
  olduğunu hatırlarsak, bu kaynağın metro yapımına aktarılmasıyla toplamda
  Paris metro hattının uzunluğuna yaklaşan bir metro ağının kurulabileceği de
  ortaya çıkıyor. 
Köprüden geçen araç başına insan
  sayısı gitgide düşerken, kent içi ulaşımın bu eğilime teslim edilmesi oldukça
  ‘çılgın’ geliyor kulağa. Her köprünün bir sonraki köprüyü doğuracağı söylemi
  ise artık göz önüne bile alınmıyor. Zira Başbakan “gerekirse” 4. ve 5.
  köprülerin de yapılacağını beyan etti. Başbakanın doğru söylediğini köprü
  bağlantı yollarının işlendiği imar plan değişikliğinden anlayabiliyoruz. Bu
  plan değişikliği dikkatle incelendiğinde Sarıyer-Anadolu Kavağı ve
  Tarabya-Yalıköy arasında köprü geçişine imkan sağlayacak yolların plana
  işlenmiş olduğunu görülüyor. 
İstanbul’un ulaşım planlarında yer
  almayan, Büyükşehir Belediyesine bağlı İstanbul Metropoliten Planlama ve
  Tasarım Merkezi’nde hazırlanan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında
  öngörülmeyen ve ÇED’den de muaf tutulan 3. köprü projesinin ilintili olduğu başka
  bir büyük proje olan Gebze-İzmir Otoyolu içinse yakın zamanda Danıştay’dan
  yürütmeyi durdurma kararı geldi. Hem de Üçüncü Köprü gibi ÇED sürecinden muaf
  tutulduğu için. 
Gerek diğer şirketlerin maliyet
  hesabı üzerinden, ihaleyi kazanan teklifin uygulanamaz olduğunu söylemeleri,
  gerek benzer muafiyetlerle bezenmiş projelere ilişkin çıkan yürütmeyi
  durdurma kararları, gerekse finansman bulmanın zor olduğu çorak bir ekonomik
  iklim içerisinde bulunduğumuzdan köprüye ilişkin tartışmaların devam edeceği
  görülüyor. Ancak meseleyi bir köprü ve ulaşım tartışmasından çıkarıp, 2B
  yasası, Afet yasası, çılgın projeler ve genel olarak inşaat sektörü güdümlü
  bir büyüme modeli üzerinden tartışmak elzem gözüküyor. 
Gökhan Bilgihan 
İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi
   |