29 Haziran 2012 Cuma

Emekçi Semtlerdeki Yıkım Saldırısına Hayır! Örgütlenerek Birleşerek Yıkımlara Karşı Direnişi Yükseltelim!

GÖÇ ve GECEKONDULAŞMA
1950'li yıllarla birlikte ülkemizde yurt içi ve yurt dışına yoğun bir şekilde emekçi göçü baş göstermiştir. İnsanların daha iyi bir yaşam umudu ve egemen sınıfların ucuz işgücüne duyduğu ihtiyaç nedeniyle bir anlamda göçler teşvik edilmiş, “taşı toprağı altın” denilerek başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere insanlar göç etmeye başlamışlardır.
Yoğunlaşan göç bir dizi önemli sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlar temel olarak çalışmak için işe; barınmak için konuta olan ihtiyaçtan doğan sorunlardı.
İnsanlar yaşamsal ihtiyaçları olan barınma sorununu “çözmek” için kentin bugün “varoş” diye anılan yerlerinde başlarını sokabilecekleri derme çatma yapılar oluşturdular. Bunlar 1-2 gün içinde yapılabilen adına gecekondu denilen konutlardı. Başlangıçta belli yerlerde kendiliğinden tek tük yapılan bu binalar kısa süre içerisinde çoğalarak mahallelere, mahalleler emekçilerin yaşadığı semtlere dönüştü. Gecekondulara yerleşenler peşlerinden akrabalarını, hemşerilerini de buralara taşıdılar. Bu yerler kimi zaman gelenlerin memleketleriyle anılan, gettolaşmaya başlayan yerler haline gelmeye başladı. Memleket adıyla anılan sokak ve mahalleler oluştu.
Kurulan bu mahallelerde insani yaşam için gerekli temel gereksinimlerin izlerine rastlamak neredeyse mümkün değildir. Çünkü göçle birlikte ortaya çıkan gecekondulaşma, sistemin kendisi gibi çarpık gelişmekteydi. Buralarda yaşayan insanlar, kendi sorunlarıyla baş başa bırakılmıştı yani sorunlarını kendileri çözmek zorundaydılar.
DEVRİMCİ DALGANIN GECEKONDULARDAKİ YANKISI
1960'lı yıllarda başlayan, dünya ve ülkemizde gelişen devrimci dalganın kendiliğinden gelişmiş olan bu sürece seyirci kalması düşünülemezdi. Yeni kurulmuş mahallelerde çok zor şartlar altında yaşayan insanlar bu dalgayla beraber devrimcilerle, onların düşünceleriyle tanışmaya başladılar. Artık bu şekilde yaşamak istemeyen emekçiler bu yeni dalgayı hissederek yanında ve içinde yer almaya, daha insani bir yerde yaşama taleplerini haklarını dillendirmeye başladılar.
Devrimciler esas olarak 1970'li yıllarda fiilen işin önderliğini yine göç eden insanların barınma ihtiyaçlarından kaynaklı üstlenmeye başladılar. 2 Eylül 1977'de esas olarak 1 Mayıs Mahallesi deneyimiyle başlayarak Gülsuyu'nda da bir dönem 18 Mayıs Mahallesi adıyla anılan yeni işgal bölgesi, komünist ve devrimcilerin inisiyatifinde işgal edilerek ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. Komünist ve devrimciler hemen hemen tüm gecekondu semtlerinde söz sahibi olmuş, buralarda halka önderlik ederek daha yaşanılır çevrelerin oluşması için insanlara bilinç götürmeye çalışmışlardır.
Gerek toplumsal harekette yaşanan gelişme gerekse de emekçi semtlerde yaşanan canlanmanın-kabarışın etkisiyle artık bu bölgeler; hakim sınıflar tarafından dikkate alınmaya, kontrol altında tutulmaya ve buralarda yükselen devrimci mücadeleyi yok etmenin hesapları yapılmaya başlandı. Ülke genelinde yükselen devrimci kabarmanın önüne mevcut yapılanma (parlamento) ile geçemeyeceğini bilen hâkim sınıflar tek bir çıkar yol olarak askeri darbeyi seçmiştir. 12 Eylül AFC'den emekçi semtler de nasibini almış, karşı devrimci politikaların hedefi haline getirilerek ağır yozlaşma ve tahribata uğratılmıştır.
12 Eylül AFC'siyle birlikte topyekun saldırı politikalarını devreye sokan Türk hâkim sınıfları, başta devrimci ve komünistlerin imha ve sindirilmesini hedeflerken; işçilerin, emekçilerin öz örgütlülüklerini de kapatarak, yasaklayarak onları; izole etmeye ve baskı altında tutmaya çalışmıştır. Sistemli bir şekilde ve yoğun baskı altında uygulamaya çalışılan bu politikalar, yoksul emekçi kitlelerde bir suskunluk ve çözülme sürecini beraberinde getirmiştir. Devrimci mücadelenin, faaliyetin tasfiye edilmesini, sökülüp atılmasını hedefleyen Askeri Faşist Darbe, emekçi semtleri de geçici bir “suskunluğu boğmuştur.”
1980'in ikinci yarısından sonra devrimci mücadelenin ülke genelinde yükselişe geçmesi doğal olarak emekçi semtleri de etkilemiş ve buralardaki devrimci potansiyelde yavaş yavaş kıpırdanmalar başlamıştır. 12 Eylül AFC ile kapatılan demokratik kitle örgütleri açılmaya başlanmış, 1987-1988 yıllarında yoksul emekçi halkta ileriye çıkış eğilimi artmıştır. O dönemde sık sık yapılan zamlar, insanlarda öfkeye yol açmış, bu öfke sokakta ifadesini bulmuş ve şehit düşen gerilla ve devrimcilerin cenazeleri kitlesel olarak sahiplenilmiştir. Yine devlet destekli arazi mafyasının bazı emekçi semtlere yönelik geliştirdiği talan ve ele geçirme politikası da boşa çıkarılmış, mafyaya ciddi bir ders verilmiştir.
YOZLAŞTIRMA KISKACINDAKİ EMEKÇİ SEMTLERE SON DARBE: YIKIM
Ekonomik abluka ve yoksulluk nedeniyle umut kapısı olarak görülen büyük şehirler; özellikle 90'lardan sonra devletin uyguladığı baskı ve zorunlu göç nedeniyle yoksul emekçi halkın son uğrak yeri olmuştur. İşçilerin ve emekçilerin yoğun olarak yerleştikleri bu mahallelerde devrimci potansiyelin ve direnme geleneğinin güçlü olması saldırıların bu ve benzeri yerlerde odaklanmasına neden olmakta, daha doğru bir ifadeyle buralar hâkim sınıflar tarafından çıbanbaşı olarak görülmektedir.
Bu nedenle işçi ve emekçilerin yaşadığı semtler-mahalleler uyuşturucunun, çeteleşmenin, yozlaşma ve çürümenin hâkim sınıflar tarafından sistemli bir politika olarak gündeme getirildiği, hırsızlığın, kapkaçın, cinayetlerin tetiklendiği yerler olmaktan kurtulamamaktadır.
Öyle ki artık, bakkallar birahaneye, kahveler kumarhaneye, okullar ve sokaklar uyuşturucu pazarlanan yerler haline dönüştürülmüştür. Emekçi semtlerde özellikle polis destekli çeteleşme ve mafyalaşma geliştirilmeye, yerleştirilmeye çalışılmakta, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı teşvik edilmektedir. Kumar ve şans oyunlarıyla insanlar erişemeyecekleri hayallerin peşinden umutsuzca koşturulmakta ve sömürülmektedir. Özellikle gençlik bu yozlaştırma ve kişiliksizleştirme politikalarının hedefine konularak, bilinçleri dumura uğratılmak istenmekte, beyinleri zehirlenmektedir.
Bu politikaların hâkim sınıflar cephesinden geçici bir başarı kazandığının göstergesi olarak beyinleri uyuşturulmuş, kolay para kazanma sevdasına kendisini kaptırmış, her mahallede, sokakta çete ilişkilerine girmiş insanlarımızın, gençlerimizin oranı hatırı sayılır biçimde çoğalmaktadır. Hâkim sınıfların genel bir politikası olmakla birlikte çeteleşme ve yozlaşma özellikle devrimci mücadelenin, faaliyetin gelişme gösterdiği emekçi semtlerde daha organizeli olarak bir şekilde gündeme getirilmektedir. Devrimci faaliyetin tasfiyesini sağlamaya dönük karşı devrimin hizmetindeki bu çalışmalar kişiyi değerlerinden ve kültüründen uzaklaştırarak bencilleştirmekte, asıl hedefi ise kitleleri devrimden ve onun siyasal, ideolojik etkisinden uzaklaştırmak, düzen içine çekilmesini sağlamak olmaktadır.
Uyuşturucu, çeteleşme ve daha bir dizi yozlaşmanın, çürümenin kıskacında kendi gerçekliğinden, kültüründen uzaklaştırılarak kişiliksizleştirilmeye, apolitikleştirilmeye çalışılan emekçilere son bir darbe de yıkımla indirilmek isteniyor. Bir dizi karşı devrimci yöntem ve politikaları hayata geçirerek emekçi setleri ve insanlarını yola getirmeye çalışan hakim sınıflar semtlerdeki birliği ve dayanışmayı yeterince parçalamamış olacak ki, semtleri yıkarak tasfiye etmeyi, insanlarını ise sürgüne göndermeyi hedefliyor.
EMEKÇİ SEMTLER NEDEN YIKILMAK SİTENİYOR?
2004-2005 yılının AKP hükümeti tarafından “kaçak yapılaşmayla mücadele yılı” olarak ilan edilmesi, gecekondu mahallerinde yaşayan yoksul emekçi halkımız açısından da yeni bir sürece girildiğinin sinyallerini vermiştir.
Bu yeni dönem, bugüne kadar yapılanların yanında, bir anlamda egemenler açısından emekçi semtleri fiilen tasfiyeye yönelik planların devreye sokulmasıdır.
ABD uşağı Türk hâkim sınıflarının temsilcisi AKP hükümetinin Başbakanı R, Tayyip Erdoğan “ne pahasına olursa olsun yıkacağız” diyerek barınma hakkına yönelik saldırının startını vermekte, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise “İstanbul'da 85 bin konut yıkılacaktır” diyerek milyonlarca insanın sokağa atılacağını TV ekranlarından defalarca kez beyan etmektedir.
Bugüne değin emekçilerin kanı canı pahasına oluşturulan bu mahalleler için, patron-ağaların rant alanlarının daralmaya başlaması ve büyümekte olan toplumsal hoşnutsuzluğun ilerde başlarına yeni ve daha büyük belalar açmasından duydukları korkuyla sistemli ve sinsi planlar hazırlanmakta; emekçi semtlerin insanlarıyla birlikte tasfiye edilmesi hedeflenmektedir.
Yerel yönetimler tarafından sunulan planların hiçbirinde evleri yıkılarak açıkta kalacak insanların ne olacağı, nerelerde ve nasıl yaşayacakları yer bulmamaktadır. Yıkım saldırısına hedef olan insanların yok sayıldığı planlar hazırlanmaktadır.
HANGİ YALANLARLA YIKMAK İSTİYORLAR?
Yıkım planları İstanbul'da çeşitli adlar altında ancak aynı amaca hizmet eder biçimde; Maltepe'de E-5 Nazım İmar Planı, Gülsuyu-Gülensu'yu da kapsayan 7 emekçi semtin tasfiyesi, Aydost'ta “Okul arazisi işgali”, Armutlu'da “Teknokent”, Alibeyköy'de “Dere Islahı”, Zeytinburnu'nda “deprem” vb. gerekçelerle gerçekleştirilmek istenmektedir.
İstanbul'un bütün emekçi semtlerine yıkım planları icat edilerek “kenti yenileyeceğiz”, “ıslah edeceğiz” yalanıyla esasta emekçilerin, yoksul insanların yaşadığı semtler, yıkım ve talan politikalarının hedefine oturtulmuştur.
Bina ve arazi maliyetinin yok pahasına gittiği emekçi semtler; patron-ağaların yeni karlı yatırım alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için emekçilerin başlarını soktukları evlerinin yıkılması ve arsalarının patron-ağalara kusursuz bir şekilde teslim edilmesi gerekmektedir.
Bununla yetinmeyen hâkim sınıflar; insanların barınma sorunlarını çözmelerinin önüne geçmek için yeni yasal düzenlemeler yapmakta, gecekondu yapanlara, buralara hizmet götürenlere, konutunun yıkılmaması için direnenlere 5yıllarla ifade edilen hapis cezaları tehdidi savurmakta, insanlar sindirilmeye, korkutulmaya çalışılmaktadır.
BANKA KREDİLİ, İPOTEKLİ MORTGAGE
Mortage Yasası Ne Diyor?
Son dönemlerde televizyonlarda, gazetelerde, kısaca hemen hemen her yerde bir kredi ve mortgage öyküsü anlatılmakta, propagandası yapılmaktadır. Yurtdışındaki çeşitli örnekleri ballandıra ballandıra anlatılmakta, Almanya'da mortgage ile ev sahibi olduğu söylenen Türkiye kökenli insanlar televizyonlara çıkartılmaktadır. Bu sistemin ne kadar iyi ve yararlı bir şey olduğu bu insanlara anlattırılmaya çalışılmaktadır. Mortgage ile gözümüzü boyamaya çalıştıkları gerçekte nedir?
“Mortgage, uzun yıllara yayılan banka kredileriyle, kişinin istediği evi kira öder gibi satın alması ama taksitler bitene kadar evin, bankanın ipoteği altında olması sistemine verilen addır.”
bu sistemin şartlarından birisi; ev sahibi olmak isteyen kişilerin düzenli bir işe ve düzenli bir gelire sahip olmasıdır. Örneğin bir işçi, eğer geliri düzeyde ise almak istediği evi bankaya ipotek ettirerek, aldığı banka kredisini 15-20 yıla yayılan taksitlerle geri ödemektedir. En ufak geri ödeme gecikmesinde ise ücrete, eşyalara konulan hacizlerle banka verdiği krediyi geri tahsil etmektedir. Bunlar da yetmezse işte o zaman eve el koyma yöntemine gitmektedir.
Gecekondularda yaşayan insanların kaç tanesi bu sistemle ev sahibi olabilir? Asgari ücretin 350 milyon civarında olduğu, açlık sınırının 1 milyara yaklaştığı yoksulluk sınırının bir milyar beş yüz milyona dayandığı bir ülkede kaç emekçi bu sistemle ev alabilir, taksitleri sonuna kadar zamanında ödeyebilir?
Emekçilere, tek seçeneğin yıkım kararı bulunan ve eninde sonunda yıkılacak olan bir evde yaşamak zorunda olmadıklarının mesajı verilmekte ve tercih noktası yapılmaya çalışılmaktadır. Emekçi semtlerdeki yıkım planlarıyla birlikte piyasaya sürülen mortgage, yıkım kararları karşısında insanların çaresizce yönelebilecekleri bir alternatif olarak gösterilmeye çalışılmakta ve yıkıma karşı direnci kıran bir işlev görmesi misyonu yüklenmektedir.
“KENTSEL DÖNÜŞÜM PLANI”NDAN ANLAMAMIZ GEREKENLER
Türk hâkim sınıflarının temsilcisi AKP hükümetinin yoksulluğu ve yıkımı derinleştirecek saldırı planlarında açık ki 20-30 yıl süresince yıkılması düşünülen mahallelerde yaşayan emekçiler düşünülmemiş, insanların yarınlarının ne olacağı hesap edilmemiştir. Hesap edilen ve uygulanmaya başlayan emekçilerin oturdukları gecekondu mahallelerinden tasfiye edilmesi ve buraların yeni rant alanları olarak patron-ağalara peşkeş çekilmesidir.
Yapılan imar planlamasında yıkılması düşünülen semtlerin nüfuzu azaltılmak istenmekte, emekçiler adeta sürgün edilmektedir. Birçok semtte % 50'ye varan oranda nüfus yıkımla birlikte tasfiye edilmekte ve emekçiler bir nevi başka semtlere zorunlu olarak göç ettirilmektedir.
Bu yıkım ve talan planı barınma hakkına yönelik geliştirilen bir saldırıdır. Konut sahiplerini yerinden ettiği gibi buralarda yaşamak zorunda olan kiracılar da bu saldırılardan nasibini almaktadır.
Çünkü buralar yoksulluk içinde yaşayan kiracıların ucuz kiralık yer buldukları semtler ve mahallelerdir.
“PARÇALA, ÖYLE YIK” PLANINI BOŞA ÇIKARALIM!
“kentsel Dönüşüm Planı” olarak sunulan plan emekçilere ve yoksullara yıkım dayatmaktan başka bin anlam içermemektedir. Bu planın bir saldırı planı olarak yoksul halka dayatıldığı bugün açısından yıkımın hedefindeki kitleler tarafından asgari olarak görülebilen bir olgudur. Birçok emekçi semtte yıkım kararlarının ulaşmasıyla birlikte bir hareketlilik yaşanmış ve tavırlar geliştirilmiştir. Emekçi semtlerde saldırının mahiyetinin kitlelere açıklandığı panel ve seminerler, bildiri dağıtımı ve halk toplantıları yapılmış, demokratik tepkini gereği olarak basın açıklamaları gerçekleştirilmiştir. Bazı mahallelerde hukuki süreç devam etmektedir. Yıkım kararlarıyla birlikte emekçiler mevcut plana karşı mücadele yöntemleri geliştirmeye ve uygulamaya başlamışlardır.
Bu mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi ve niteliğinin yükseltilmesi ise bir zorunluluktur. Yıkımlara karşı mücadelenin başarı kazanmasının en temel yanı örgütlü bir karşı koyuşun gerçekleştirilmesinde yatmaktadır. Saldırı mutlaka örgütlü bir şekilde göğüslenmek ve yıkım saldırısının hedefindeki kitleleri kapsamak zorundadır.
Yıkımların parça parça lokalleştirilerek büyük tepkiler almadan yapılmak istenmesi “parçala, öyle yık” politikasının izlenmesi örgütlü hareket edilmesini daha da zorunlu kılmaktadır. Yıkımlara karşı direnişlerin lokal ve uzun zamana yayılması ilerde daha büyük yıkım saldırıları karşısında emekçi semtlerde ortak direnişlerin örgütlenmesini ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Bugünden yıkımlara karşı emekçi semtlerin örgütlü birliği yaratılmalı, bu doğrultuda atılan adımlara somutluk kazandırılmalıdır.
YIKIM SALDIRISINA KARŞI BİRLEŞELİM, ÖRGÜTLENELİM!
Son süreçte sıkça sözü edilen“Kentsel Dönüşüm Planları” gereği emekçilerin yoğun olarak yaşadığı semtler istimlâk ederek patron-ağalara peşkeş çekilmek istenmekte; emekçilere ise yoksulluk açlık ve evsizlik vaat edilmektedir. Direnişlerle, şehitler verme pahasına kurulan emekçi setler, halk düşmanı AKP hükümeti tarafından “halkçı” politikaların gereği olarak yıkılmak istenmektedir.
Devrimcilerin komünistlerin yoğun desteğiyle kurulan 1 Mayıs Mahallesi, Gülsuyu, Alibeyköy, Aydos, Armutlu, Kâğıthane, Okmeydanı ve daha onlarca mahalle yıkılmak istenerek yoksul emekçi semt halkı evsizlikle terbiye edilmek istenmektedir.
Savaş görüntüsünü andıran, İsrail siyonizminin Filistin halkına zulmünü aratmayacak şekilde, panzerlerle, iş makineleriyle ve polis ablukasıyla yapılan yıkım saldırısına karşı emekçi yoksul halkın meşru direnişi boy vermektedir. Meşru savunma araçlarıyla saldırıya karşı konulmaktadır.
Barındırdığı potansiyelle birlikte devrimci çalışma alanları olan emekçi semtlere yönelik geliştirilen yıkım saldırısına karşı gelişin direniş yeni bir mevzi olmaya adaydır.
Halkın çıkarlarını temsil etmeyenlerin emekçi semtleri yağmalama, peşkeş çekme saldırılarına karşı tek yol meşru savunma araçlarını kullanarak direnmek ve dayanışmayı büyütmektir.
Emekçilerin, yoksul halkın dayanışmasını yükselterek, saldırıya karşı örgütlü bir karşı koyuş koymaları saldırıyı püskürtmenin tek geçerli yoludur. Saldırının kaynağı işsizliği, yoksulluğu, açlığı, hastalığı, baskıyı, işkenceyi, hapishaneyi reva görenlerle aynıdır. Direniş damarımız, bizleri bu direnişte yan yana, omuz omuza durmaya iten nedenler saldırının devrimden çıkarı olan emekçi yığınlara yapılmış olmasıdır. Bu saldırıya karşı direnişimiz bizleri sömürücü hakim sınıflar karşısında daha örgütlü bir karşı koyuşu gerçekleştirmeye doğru itmeli, birliğimizi ve dayanışmamızı güçlendirmelidir. Politik iktidar mücadelesinde, iktidara bir adım daha yaklaşma bilinciyle yıkımlara karşı direnişi yükseltelim, emekçi yoksul halka zulmü reva görenlere halkın örgütlü gücünü ve hesap soruculuğunu gösterelim.

Ağustos 2005 Broşür - Partizan