24 Haziran 2012 Pazar

Ağaoğlu’nun Ayazması İşte Budur!

(Red Dergisi, 52. sayıda yayınlanmıştır)
Ali Ağaoğlu’nun Ayazma’da inşa ettiği konutları tanıtmak için çektiği reklamları görmeyeniniz yoktur muhtemelen. Ve muhtemelen çoğunuz bu reklamları gördüğünde, yapmacıklığı ve çiğliği ile sinirleri bozan bir reklam olduğu için az ya da çok sinirlenmişsinizdir. Herkesin sinirlenme nedeni farklı olabilir hepsinde de haklılık vardır mutlaka. Benim sinirlenme nedenim ise 5 yıllık bir hikayeye dayanıyor. Benim hikayem değil… şahit olduğum, taraf tuttuğum ve müdahil olmaya çabaladığım bir kavganın, bir mücadelenin hikayesi.
Aslında hikayeyi kendi özneleri bir anti-reklam filmi çekerek çok da güzel anlattılar. http://ayazmamagdurlari.wordpress.com/ adresinden görülebilir.
2004 yılında TOKİ, Küçükçekmece Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ayazma’da bir konut projesine başlamaya karar verirler. Ayazma Mahallesi kentin en değerli bölgelerinden biri haline gelmiştir. Ayazma projesinin tanıtıldığı siteden, kendi ağızlarından dinleyelim;
“Atatürk Olimpiyat Stadına komşu yaklaşık 200 dönümlük bir arazi üzerinde inşa edilecek, … TEM otoyoluna cephesi ve Metro bağlantısı ile bölgedeki tüm işyerleri, sanayi ve yerleşim yerlerine bulunmaz bir ulaşım kolaylığı …”
Tam da İstanbul’un zengin ahalisi ve zenginlere özenen yeni yetmelerine uygun bir bölge değil mi? Bu üç koca kuruluş da öyle düşündü ve inşaata başlamak için büyük heyecan duydu. Fakat önlerinde bir engel vardı. Bu bölge aynı zamanda güneydoğudan zorunlu göçle İstanbul’a sürülmüş insanların yaşadığı bir gecekondu mahallesiydi. 1730 ailenin yaşadığı koca bir mahalle. Bugün boş bir araziymişçesine pişkin pişkin yapılan reklamlar işte bu 1730 ailenin hayatını alt üst etme pahasına, kentsel dönüşüm projesi adı verilerek bölgeye el konmasıyla var olabiliyor ancak!
Ailelerin büyük bir kısmı sözleşme imzalayarak 2005 yılında Bezirgânbahçe’deki TOKİ konutlarına taşındılar. “Eh ne güzel işte daha ne istiyorlar? Mis gibi evler” demeyin. TOKİ konutları bunlar; daha taşınmadan sıvaları dökülen, her yağmurda çatısı akan “yepyeni” konutlar. “Kira öder gibi” diye pazarlanan koşulların hiç de “uygun” olmadığı kısa zamanda ortaya çıktı. Her ay borçları katlanarak artan yeni Bezirganbahçelilerin büyük bir kısmı konutlarını borcuyla satmak ve yeniden gecekondulara taşınmak zorunda bırakıldılar. Bu sefer kendi evlerine de değil kiraya çıktılar ve daha da yoksullaştılar.
Bunlar hak sahibi olanlara reva görülenler. Bir de hak sahibi olarak görülmeyenler var. 1730 aileden 42 aile kiracı oldukları için, hiçbir hakları yokmuşçasına alandan sürülüp atılmak istendi. Oysa Ayazma onların da mahallesiydi, göç ettirildiklerinde oraya yerleşmişlerdi, çocukları o mahallede büyümüş, okula gitmişti, işleri o çevredeydi. Evet, mülkleri yoktu ama orada yaşıyorlardı. Kendilerinin de hak sahibi olduğunu savunan 18 aile, mülk sahiplerinin yapmadığı direnişi tek başlarına başlattı. Önce barakalar kurdular. Karda kışta çoluk çocuk bu barakalarda iki yıl yaşadılar. Bu iki yıl içerisinde neler geçti hayatlarından… Sadece ev meselesi değil tam bir yaşam mücadelesi. Her an yıkım ekipleri gelebilir korkusuyla iş arayamayanları oldu. Aylarca işsiz kaldılar. Kapılarındaki su saatine fatura gelmeye devam etti ama okul servisi çocukları okula götürmeye gelmedi. Yazın hepimiz kene korkusundan evden burnumuzu çıkarmazken, hastalanan çocuklar hastane kapılarından geri çevrildi “bir şey olursa getirirsiniz” diyerek. Artık ne olması bekleniyorsa! Sağlık problemleri yanı sıra bir de güvenlik sorunu vardı. Çevredeki yıkıntılarda moloz taşıyan yabancılar dolaşıyordu ve kilitleyecek kapısı dahi olmayan ve sadece yıkım artığı eşyaların bulunduğu barakalarda hırsızlıktan korkuluyordu.
2007’de artık inşaat uygulamasına geçmek gerektiğine karar veren Belediye 18 ailenin yani yaklaşık 100 insanın yaşadığı barakaları da yıktı. Direnişe devam eden aileler yılmadılar, bu sefer de çadırlar kurdular. Bir seneye yakın bir süre de çadırlarda yaşadılar.
Küçük hırsızlardan korkuyorlar büyük hırsızlardan asla!..
Koskocaman kurumları, memurları, iş makineleri, binaları, ellerindeki kocaman bütçeleri ile bu koskoca devlet, 18 aileye yaşayabilecekleri bir ev bulmak yerine son sığınaklarını da 2008 yılında yıktı. Aileler yılmadılar, bu sefer kendilerine destek veren örgütlerle Küçükçekmece Belediyesi’nin kapısına dayandılar. O koca kurumlar pes dedi, 18 aile pes demedi. Sonunda Belediye Başkanı Aziz Yeniay’dan TOKİ konutlarında ev sözü aldılar. Tam rahatladıklarını düşünüyorlardı, bir yıllık kiraları Belediye tarafından yatırılacak, sonra ev sahibi olacaklardı, bu sefer de koca bir yalana kandıklarını fark ettiler. Bir yılın sonunda aldıkları cevap TOKİ konutlarında ev kalmadığı yönündeydi. Verilen söz tutulmayacaktı. Ve yeniden düştüler yollara. Bir evden diğerine taşınmalarla birlikte eylemler de devam etti. En sonunda Küçükçekmece Belediyesi önünde her hafta sonu nöbet tutmaya başladılar. Bu hafta 35. hafta olacak.
Bu, hikayenin görünen yüzü, onurlu ve haklı mücadelenin takdir edilen kısmıydı. Bir de bu insanların hayatları var. 77 kişi. 50 tane çocuk. 27 tane öğrenci. Bir yanda evsizlik, bir yanda işsizlik, bir yanda yoksulluk. Ödemeleri gereken kira eskisinden yüksek, eylemlerde adları çıktığından iş bulmakta zorlandılar. Her taşınmada yeni bir mahalle, yeni bir ortam, yeniden “öteki” olma hissi. Her taşınılan evde deprem ve sel korkusu. Her taşınılan evde yoksulluğun biraz daha kendini hissettirmesi. Çocukların okuldan alınması, tekstil atölyelerine verilmesi. Zamandan daha hızlı büyümek zorunda kalan gencecik kız çocukları. Hastaneye gidecek parası olmadığından bedenindeki hastalığı kendinden bile saklayan kadınlar. Yıllardır çalıştığı her işte biraz daha hastalanan emekçi bedenler. Ve hiç bitmeyen bir gelecek kaygısı…
Ama her eylemde yeniden beliren umutlar, destek gördükçe büyüyen umut, umutlandıkça büyüyen inat. Küçük hırsızlardan korkuyorlar ama büyüklerinden asla.
Şimdi reklamlara duyduğunuz öfkenizi Ayazmalıların öfkesiyle birleştirmek için dayanışma vakti. Her pazar saat 09:00 – 18:00 arasında Küçükçekmece Belediye Binası yanındaki Atatürk Parkı’nda.

Hatice KURŞUNCU